ForumAilem.Com - Paylasimin Yeni Adresi
  SohbetYaz



Etiketlenen üyelerin listesi

Yeni Konu Aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 22.Haziran.2015   #1 (permalink)
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri ziyaretçilere kapalı
Türk Tiyatrosu Hakkında


Türk tiyatrosu
Bir seyirlik geleneği içinde gelişen Türk tiyatrosunda doğu-batı kültür ve medeniyetlerinin etkisi çoktur. Temaşa oyunları, Türklerin atalarının kültüründe yer alırdı. Şaman törenlerinde maske kullanma, hayvan taklitleri yapma ve dans etme ögeleri bulunurdu. Türkler Anadolu’ya gelirken temaşa geleneklerini de getirmişlerdir. İslamiyet öncesiyle sonrasının motifleri birleşerek Anadolu’da yeni bir seyirlik geleneği doğdu. Bunlar daha çok şehir hayatında görülen meddah, Karagöz, ortaoyunu, kukla gibi oyunlardır.
Meddahlık daha ziyade 16. yüzyıla damgasını vurmuştur. karagöz ve ortaoyunu halk tiyatrosunun en gelişmiş iki oyunudur. "Karagöz ve Hacivat" adıyla bilinen "gölge oyunu"nun bu iki tipi 19. yüzyılın başlarında "Kavuklu ve Pişekar" adıyla ortaoyunun da tipleri olmuştur. Ortaoyunu adına kayıtlarda ilk defa 1834’te rastlanır. Bu oyun Karagöz, kukla ve meddah oyunlarının bir karışımıdır. "Yeni dünya, meydan oyunu, kol oyunu, taklid oyunu" adlarıyla anılır. 19 ve 20. yüzyıl başlarında doruk noktaya çıkan ortaoyunu, Tanzimatla gelen batı tiyatrosuna boyun eğdi, Cumhuriyetten sonra ise silinme noktasına geldi. Kukla geleneğiyse doğu kültürünün en eski türüdür.
Gelenekçi (an’anevi) Türk tiyatrosu yazılı bir metne, kurulu bir sahne düzenine dayanmaz. İçe doğduğu gibi konuşulur. Taklid ve söz oyunlarına dayanır. Temel ögesi güldürüdür. Bu sebeplerden dolayı oyuncuları tip seviyesinde olup, karakter özelliği taşımaz.
19. yüzyılın ortalarında Avrupalı opera ve tiyatro toplulukları İstanbul’a gelmeye başlar. Bu arada bir protokol gereği ve kültür alış verişi olarak yabancı elçiliklerde verilen temsillere hükümet temsilcileri de katılır. Hatta sarayda da aynı maksatlarla temsiller verilir. Protokol için olsun, kültür alış verişi için olsun devletler arasında bu çeşit münasebetler sık sık görülmüştür. Çeşitli ülkelere giden Türk devlet adamları da "mehter gösterileri" yaptırmışlardır.
Batı tiyatrosunun Türk kültürüne tam anlamıyla geçmesi Tanzimatla olmuştur. 1839’da, Tanzimat Fermanının yayınlandığı yıl, İstanbul’da dört tiyatro binası yapıldı. Yazılı metne dayalı ilk dram türü oyunlar yazılmaya, tercümeler yapılmaya başlandı. Oyunların düzenli olarak sergileneceği sahneli yeni tiyatro binaları kuruldu. An’anevi Türk tiyatrosundaysa bu döneme kadar düzenli ve kazanç gayeli sergileme olmayıp düğün, sünnet, bayram gibi günlerde seyirlik oyunları bir toplum (cemiyet) hadisesi olarak yer almıştı.
Türk tiyatrosunun 1839-1923 dönemi: Tanzimattan Cumhuriyete kadar süren bu dönemin en önemli tiyatro özelliği, "seyircinin tiyatroya alıştırılması" meselesidir. Bu işin öncülüğünü Güllü Agop (1840-1891) isimli bir Ermeni üstlendi. 1868’de kurduğu Osmanlı Tiyatrosunda oynanacak Türkçe oyunlar, yetiştireceği oyuncular ve açacağı başkaca tiyatrolar için gerekli desteğiyse, mevki ve makamına sıkı sıkıya bağlı olan Sadrazam Ali Paşadan alıyordu. Böylece; 15 yıl boyunca Türk insanını tiyatroya alıştıran Güllü Agop, bu arada Namık Kemal’in, Ahmed Midhat Efendinin, Abdülhak Hamid’in, Recaizade Mahmud Ekrem’in Türkçe eserlerini, Ahmed Vefik Paşanın Moliere çevirilerini, özellikle Fransız melodram, vodvil, kanto ve operet gibi oyunlarını sahneledi. Ayrıca, topluluğundaki Ermeni oyuncular yanında, Müslüman-Türk oyuncularının da yetiştiricisi oldu.
Batılı Türk tiyatrosunun kurum haline getirilmesinde ve Türkçe oyunlar sergilenmesinde diğer Ermeni sanatçılardan Mardiros Mınakyan ve Ahmed Vefik Paşanın çevirilerini sahneye uygulayan Tomas Fasulyeciyan’ın isimlerini de saymak gerekir.
Bu dönemde, batılı ve an’anevi tiyatronun konu ve tiplerinin birleştirilmesiyle ortaya çıkan tuluat tiyatrosu bir bakıma metne dayanmayan ortaoyununun sahneye çıkarılmasıdır. 1875’te ortaya çıkan bu türün kurucusu Kavuklu Hamdi’dir. Tuluat tiyatrosunun özelliği, oyundan önce şarkı söyleyip, dans eden bir kadının kanto gösterisi yapmasıdır. Artık Tanzimatla birlikte her sahada batılı akımların tesirinde kalan Türk hayatı, bu defa da, ramazan aylarında "Direklerarası gösterileri"nin hücumuna uğradı. Şehzadebaşı semtinde tuluat ve kanto gösterileri birbirinin ayrılmaz iki ögesiydi. Devlet desteğiyle, Türk oyuncularının yetiştirilmesi için, 1914’te, bugünkü İstanbul Şehir Tiyatrosunun ilk şekli olan Darülbedayi kuruldu. 1920’de Türk-Müslüman kadın sanatçısı Afife Jale, ilk defa sahneye çıkarıldı. (Bkz. Darülbedayi)
Batı modeli Türk tiyatro yazarları ilk örneklerini Victor Hugo’yu, Shakespeare’i, Molier’i, yabancı melodramları taklit ederek yazmışlardır. Dram türünde ilk Türk oyunu Şinasi’nin Şair Evlenmesi’dir (1860). Bunu romantik oyunlar takip eder: Namık Kemal’in vatan Yahut Silistre’si (1873) gibi. Bu dönemden günümüze Ahmed Vefik Paşanın Moliére’den adapte (yerli hayata benzeterek yazdığı eser)leriyle Musahibzade Celal’in eserleri gelmiştir. Oyun yazarlığını Cumhuriyet döneminde de sürdüren Musahibzade Celal, eserlerinde Osmanlı imparatorluğunun (bilhassa 18. yüzyıl) kurumları ve inançlarıyla alay etmiş, yönetim bozukluğunu ve din sömürücülüğünü malzeme olarak kullanarak, bunları temelden bozuk göstermiş; böylece, bizzat kendisi (batının töre komedisi geleneğine bağlı) taşlama, yergi ve komedi unsurlarını kullanarak seyirci üzerinde duygu sömürüsünde bulunmuştur (Fermanlı Deli hazretleri, Aynaroz Kadısı gibi) (Bkz. Musahibzade Celal). Aynı duygu sömürüsü Tanzimatın ilk tiyatro eseri olan Şair Evlenmesi’nde de mevcuttur. 1923’ten sonraki dönem:
Cumhuriyet döneminde de Türk tiyatrosunun kurumlaşma ve oyun yazarlığı bakımından batı taklitçiliği devam etti. Çağdaş tiyatronun temelini, 1927’de Darülbedayi (İstanbul Şehir Tiyatroları)nin sinema ve tiyatro sanatçısı Muhsin Ertuğrul attı. Ankara’da 1941’de Tatbikat Sahnesi, 1949’da Devlet Tiyatroları kuruldu. 1970’ten itibaren Devlet Tiyatroları, Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı bir Genel Müdürlük oldu. 1960’larda özel tiyatroların sayısında artış görüldü: Kent Oyuncuları, Ankara Sanat Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu bunların birkaçıdır. Ortaoyunu ve tuluat tiyatrosunun oyunculuk tarzını bazı özel tiyatrolar devam ettirdi. 1970’lerde krize giren özel tiyatroların çoğu kapandı. 1980’den sonra yeniden bir canlılık görüldü.
Cumhuriyet döneminin ilk yarısında, batı modeli tiyatro oyun yazarları arasında Reşat Nuri Güntekin’i (Yaprak Dökümü, 1930), Necip Fazıl Kısakürek’i (Bir Adam Yaratmak, 1938; Reis Bey, 1964), Ahmed Kudsi Tecer’i (Köşebaşı, 1948), Cevad Fehmi Başkut’u (Paydos, 1948; Buzlar Çözülmeden, 1964) sayabiliriz. İkinci yarı sanatkarları daha ziyade 1950 sonrasının çok partili döneminin siyasi-sosyal çalkantılarını işlediler. Haldun Taner, epik tiyatro etkisinde kalarak yazdığı oyunlarının yanısıra, an’anevi Türk tiyatrosunun özelliklerini yansıtan, politik ağırlıklı kabare tiyatrosunun da kurucusudur.
1960 sonrası Türk tiyatrosunda işçi, köylü, gecekondu, aile vb. kesimlerin yaşayışları konu alındı. Osmanlı tarihinden ve mahalli hayattan örnekler sergilendi. Turan Oflazoğlu, Güngör Dilmen, Orhan Asena bu yönde eserler verdiler.
1970’li yılların yerli-yabancı tiyatro sahnelerinde siyasi ve belgesel nitelikli oyunlar hakimdir. 1980’lerdeyse oyun yazarlığı durgun bir dönem geçirdi. Son dönemlerin belli başlı oyun yazarları arasına Necati Cumalı, Turgut Özakman, Receb Bilginer, Dinçer Sümer dahil edilebilir.

Tiyatro çeşitleri:
Tiyatro eserleri müziksiz (trajedi, komedi, dram) ve müzikli (opera, operet, komedi müzikal, bale, revü, skeç) olmak üzere iki grupta toplanır.
Trajedi: Kişilere korku, heyecan ve acındırma telkinleriyle ibret vermek maksadı güden en eski tiyatro çeşitidir. nazım halinde yazılması ve değişmez kaidelere bağlı olması sebebiyle öbür tiyatro çeşitlerinden kolayca ayrılır.
Trajediler genelde beş perdelik oyunlardır. Eski Yunan’da, çok oynanan bu eserler 3 veya 6 perdelik de olabilirdi. O zamanki tiyatrolarda dekor bulunmaz, ancak sahnenin bir köşesinde olayların sebep ve sonuçlarını anlatan bir koro yer alırdı. Konusu çok defa eski Grek’te aristokrat sınıfın yaşayışı ve Yunan mitolojisinden seçilmiştir. Bazı Fransız şairleri bunların yanısıra Latin, İspanyol ve Osmanlı tarihlerinden konular alarak, bunları kendi düşünce ve anlayışlarına göre işlemişlerdir.
Kahramanlar; kral, kraliçe, prenses, eski Yunan’ın tanrı ve yarı tanrıları gibi en üst tabaka kişilerden seçilmiştir. Orta tabaka ve basit halk adamlarına rastlanmaz. Kahramanları arasında geçen olaylar insanların ruhi zayıflıklarını, ihtiraslarını, iradeye bağlı yüce davranışlarla çarpıştırır.
Trajedilerde; olay, zaman ve çevrede birlik demek olan "üç birlik kuralı" benimsenmiştir. Trajedilerde iç içe girmiş karışık vak’alar bulunmaz. Ayrıntıya girmeden tek bir olay gösterilir. Olayın ön ve son tarafları, sebepleri ve sonuçları gerektikçe koronun ağzından halka duyurulur. Buna "olay birliği" denir. Trajedi olayının bir günde (24 saatte) olup bitmiş gibi gösterilmesine "zaman birliği", tek bir şehrin belli bir köşesinde başlayan olayın yine orada bitmesine de "çevre (mekan) birliği" denir.
Trajedilerde parlak nutukları andıran yüksek ve asil bir üslup kullanılır. Kaba, çirkin, bayağı ve hatta alelade sözler bulunmaz. Trajedi şairleri mısralarının derin manalı ve hikmet dolu olmasına önem vermişlerdir.
Trajedilerde kadere, ahlak, töre ve geleneklere üstün bir değer verilmiştir. Fakat bunlar eski Yunan felsefe ve kültürünün benimsediği şekilde anlatılmıştır. Trajedi eserleri yaşadıkları çağın ve toplumun ahlak ve törelerine zıt gidenlerle alın yazılarına meydan okumak cür’etini gösterenlerin çektikleri büyük acıları ve başkalarına çektirdikleri sıkıntıları konu almıştır. Bu bakımdan sonu mutlaka bir ölümle biter. Bu özellikleri dolayısıyla trajedinin maksadının "insani ıstırapların ifade edilerek seyircilerin ruhunda korku ve merhamet uyandırılması" olduğu kabul edilmektedir.
Komedi: Kişilerin, olay ve adetlerin gülünç, eğlendirici, yönlerini göstermek suretiyle ibret vermeyi ve hoşça vakit geçirtmeyi gaye edinen tiyatro çeşitidir.
Dalkavukluk, korkaklık, cimrilik, dalgınlık, kibirlilik, ukalalık gibi insanlar için birer kusur olan huy ve alışkanlıklar dev aynasında büyütülerek ve abartılarak seyirciyi güldürecek tarzda sahneye konulur. Bu kusurlar derece derece pekçok insanda bulunduğundan bir bakıma seyirciyi kendi kendine güldürmüş olur. Böylece seyirciye ince bir ders vermek istenir.
Komedilerde de konu-çevre-zaman birliği (üç birlik kuralı) benimsenmiştir. Konuları günlük hayattan alınan komedilerde kahramanlar rastgele kişilerdir. Çevre belli bir yerdir. Bilhassa Yunan komedyalarında kaba, bayağı ve çirkin ifadeler kullanılmıştır. Trajedilerin aksine kaba şakalar, kelime oyunları, bayağılaştırıcı imalar önemli yer tutmuştur. Molier’in komedileri üslup bakımından daha derli topludur.
Her zaman ve her yerde rastlanan insan kusurlarını belli tiplerde göstererek gülünç eden komedilere "karakter komedisi" belli bir toplumu veya bütün insanlığı alarak bozuk ve aksak yanlarını hicveden komedilere "töre komedisi", edebi hicvin sahneye uygulanmış şekline "yergi komedisi", bir derinliği olmayan, sırf güldürmek için yazılan komedilere de "entrika komedisi" denir.
Dram: Trajediyle komediyi biraraya getiren tiyatro çeşitidir. Modern tiyatronun sürekli olarak aristokrat zümrenin yaşayışının veya sadece hayatın gülünç taraflarının sahneye konmasını yeterli bulmayarak hayatı birçok tarafıyla temsil etme arzusundan doğmuştur.
Dram, nesir ve nazım halinde yazılabildiği gibi, üç perdeden beş perdeye kadar olabilir. Üç birlik kuralını tamamen reddeder. Beşeri temalardan çok toplumcu ve milli konuları işler. En kanlı ve çirkin vak’aları seyirciye göstermekten çekinmez.
Konularını hayatın acıklı veya gülünç, çirkin veya güzel hemen her olayından alabilen dramda kader, ümit, neş’e, şüphe, tasa, facia ve komik davranışlar birarada bulunabilir. Kahramanları arasında her tabakadan halkın yanısıra üst tabaka kişileri de bulunur. Her türlü mizaca yer verilir. Dram eserleri hakikatı göstermek iddiasında olmuşlardır.
Dramın ciddi ve ağırbaşlı yazılmış şekline piyes, duygulandırıcı ve fazla heyecan verici olanına melodram, bir masalın sahneye getirilmesine de feeri denir. (Bkz. Dram)
Opera: Bütün sözler, hareketler ve jestleri musikiyle bestelenmiş ve orkestra şefinin idaresine verilmiş dram ve trajedilerdir. Trajedilerde bir tek kelime müziksiz söylenmez. Opera, musiki, kilise ve paganizm (Eski Yunan putperestliği)den çıkmıştır. Ağır bir hüzün havası hakimdir. Olaylar acıklı ve hislidir. Olağanüstü vak’alar sıksık görülebilir. Çok gösterişli dekor ve kıyafetler içinde sunulur.

Operet: Sözlerinin müziksiz kısımları müziklerden çok olan tiyatro eserleridir. Halka hitabetmek için yazılır. Operetlerde renk, ışık, kıyafetler ve dans en göze çarpıcı şekilde kullanılır.
Bale: Birçok yönüyle operaya benzeyen, fakat sahnedeki bütün hareketleri ahenkli ve zengin dans figürleri halinde gösterilen baştan sona besteli bir tiyatro çeşitidir. Revü: Operetin daha hafif fakat hiciv, alay, tenkit dolu çeşitidir.
Skeç: Beş-altı dakikaya sığdırılan tablolar halinde kısa, musikili oyunlardır. Bir çeşiti de radyo skeçleridir.


  Alıntı ile Cevapla

Cevapla


Seçenekler Arama
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Modern Türk Tiyatrosu Hakkında aSpeNDos Tiyatro Köşesi 0 22.Haziran.2015 15:32
Türk Gülü - Rosa Osiria Gülü Hakkında Ezqi Bitkiler Alemi 0 21.Haziran.2015 04:44
Evet Türk'üm Sare Dini Hikayeler 0 05.Ağustos.2014 12:12
Çikolatalı Türk Kahvesi aSpeNDos İçecekler 0 29.Haziran.2014 19:05