Tekil Mesaj gösterimi
Alt 30 - 06 - 2014, 14:43   #6 (permalink)
Çevrimiçi
aSpeNDos Konuyu Baslatan
Kullanıcıların profil bilgileri ziyaretçilere kapalı
Cevap: BAKARA SÛRESİ ve Tefsiri


197. Haccın vakti bilinen aylardır. Her kini o aylarda haccı kendisine farz kılarsa artık hacda cinsel ilişkide bulunmak günaha sapmak kavga etmek yoktur. Ve hayırdan her ne yaparsa Allah Teâlâ onu bilir. Ve azık edininiz, azığın en hayırlısı ise takvadır. Ve benden korkunuz. Ey tam akıl sahipleri!.

197. Bu âyeti kerime haccın mevsimini ve hacıların riayet edecekleri şeyleri bildirmektedir. Şöyle ki (haccın vakti bilinen aylardır.) Yani hacca başlanacak aylar: Şevval, zilkade ayları ile zilhiccenin tam on günüdür. Bu, Hanefilere göredir. Safîlere göre şevval, zilkade ayları ile zilhiccenin dokuzuncu günü ve onuncu gününün yalnız gecesidir. İmamı Mâlik'e göre: Zilhiccenin de tamamıdır. Binaenaleyh (her kim o aylarda haccı kendisine farz kılarsa) yani, hacca niyet eder de veya ihrama girer de veya telbiyede bulunur da veya kurban gönderir de hacca başlamış, bu fârizeyi üzerin almış olursa (artık hacda cinsel ilişkide bulunmak) yoktur. Bu müddet içinde karısıyla cinsel ilişkide bulunamaz. (Günaha sapmak) da yoktur. Şeriatın konuları dışına çıkmak veya ona buna söğüp, saymak asla caiz olamaz. (Kavga etmek) de yoktur. Hizmetçiler ile, yol arkadaşları ile ve diğerleriyle düşmanlık ve kavga etmek asla uygun görülmez. (Ve hayırdan her ne işlerseniz) meselâ sadaka verirseniz, arkadaşlar ile güzelce yaşayarak onlara lüzumuna göre yardımda bulunursanız (Allah Teâlâ onu) o yaptığınız hayrı, ezelî ilmiyle (bilir) mükâfatını verir. (Ve) yolunuza rahatça, kalb huzuru ile devam edebilmeniz için de (azık edininiz.) Maddî, manevî muhtaç olduğunuz gıda maddelerini tedarik ederek onunla hac yolculuğuna başlayın. (Azığın en hayırlısı ise korunmadır.) Yâni Allah'tan korkup onun bunun malına, canına saldırmamaktır. Helâlından yiyip, haramdan sakınmaktır. ■ Ve benden korkunuz.) Korkunuz Allah için olsun. Sırf dünya ile ilgili olan bir maksat için başkalarından korkmak bir fazilet değildir. (Ey tam akıl sahipleri!.) Ey hakikî aydınlar!. Ey Islâmiyetin bu yüce tavsiyelerini güzelce anlamaya kabiliyetli olan zatlar.

§ Rivayete göre vakfiye. Yemen halkı. Hicaza giderken yanlarına azık adına bir şey almazlar, biz tevekkül ehli kimseleriz, biz Beytullah'ı ziyarete gidiyoruz, elbette Cenab-ı Hak bizleri yolda aç bırakmaz derlermiş. Bununla beraber bazen yolda başkalarının mallarına sataşmaya da mecbur kalırlarmış. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuş, hacca gidecek zatlara azık denilen nafakalarını, muhtaç olacakları şeyleri daha yola çıkmadan hazırlamaları emrolunmuştur. Geçimi temin etme hususunda geçerli olan örf ve adete uymak lâzımdır. Meselâ, hac mevsiminde de geçimini temin etmek için meşru şekilde alış verişte bulunulması caizdir. Nitekim şu âyeti kerime bunu ifade etmektedir.









198. Rabbinizden bir rızık talep etmeniz sizin üzerinize bir günah değildir. Araf attan geri döndüğünüz zaman Allah Teâlâ'yı Meş'ari Haram yanında hemen zikrediniz. Ve onu, size hidayet ettiği gibi zikreyleyiniz. Şüphe yok ki, siz bundan evvel dalalette kalmış kimselerden idiniz.

198. Bu âyeti kerime hac mevsiminde de ticaretin meşru olduğunu ve Cenâb-ı Hakkın gösterdiği yola gitmenin lüzumunu bildirmektedir. Şöyle ki: Ey müslümanlar!.. Hac mevsiminde de ticaret yoluyla (Rabbinizden bir rızık talep etmeniz) caizdir. Bundan dolayı (sizin üzerinize bir günah) yüklenecek (değildir.) Sonra (Arafattan) cemaat halinde (gerî döndüğünüz zaman Allah Teâlâ'ya Meş'ari Haram yanında) Allahu Ekber ve La ilahe illallah diyerek, dua ve niyaz ile veya aksam ve yatsı namazlarını kılmak suretiyle (zikrediniz ve onu) o Yüce Rabbi (size hidayet ettiği) size dinî vazifelerini, hac ibadetlerini zikir ve fikir yolunu ihsan ve ilham buyurduğu (gîbî zikreyleyiniz) bu ilâhî hidayet sayesinde dinî vazifelerinizi bilmiş bulunuyorsunuz. (Şüphe yok ki siz bundan evvel) bu hidayete, bu İslâmiyet şerefine ulaşmadan önce (dalalette kalmış kimselerden idiniz.) İmânı, itaati ve hacla ilgili ibâdetleri bilmeyen, yolunu şaşırmış takımlardan idiniz. Şimdi ise hidayete ermiş bulunuyorsunuz. Artık Cenab'ı Hakkın emri üzerine hareket ediniz, ulaştığınız hidayet ve saadetin kadrini yüceltmeye, şükrünü yerine getirmeye çalışınız.

§ Cahiliye döneminde bir çok pazar yerleri vardı. Araplar hac mevsiminde buralarda ticaretle meşgul olurlardı, İslâmiyet yayılmaya başladığı zaman bazı müslümanlar böyle hac mevsiminde ticarette bulunmadan çekinmişlerdi. Halbuki buna lüzmu yoktu. Ticaretle uğraşmak dinî vazifelere engel olmamak üzere her zaman caizdir. Özellikle hac mevsiminde etraftan bir çok zatlar Hicazda toplanıyorlar, bunlar kendi ihtiyaçlarını bertaraf etmek için ticarethanelere müracaata mecbur kalmaktadırlar. Eğer o mevsimde ticaret yasak olursa bu gibi zatların ihtiyaçları nasıl giderilebilir? Binaenaleyh hikmet dolu olan İslâm dinî, bu ticareti men etmemiştir. Elverir ki meşru şekilde yapılsın.

§ Arafat: Mekke-i Mükerreme şehrine on iki mil mesafede bulunan bir dağın ismidir.Hacılar arefe günü, yani; zilhiccenin 9 uncu günü burada vakfeye dururlar, zilhiccenin 8 inci gününe de "terviye günü" denilir.

Rivayete göre Hz. Adem Hinde, Hz. Havva da Ciddiye indirilmişlerdi. Birbirini ararken arafat sahasında karşılaşmış, birbirlerini tanımışlardı. Bu cihetle o güne arefe, o karşılaşma sahasına da Arafat denilmiştir. Diğer bir rivayete göre de İbrahim Aleyhisselâm'a hacla ilgili ibâdetler burada vahyolunmuş olduğu için buraya Arafat adı verilmiştir.

Müzdelife: Mekke'de hacla ilgili İbâdetlerin yapıldığı yerlerden biridir. Hacılar Arafattan sonra Müzdelifeye vararak orada akşam, yatsı ve sabah namazlarını kılarlar.

§ Meş'ari Haram, Müzdelifenin bitişiğinde bir tepedir. Buna "Cebeli Kuzah" da denir. Arafattan Müzdelifeye dönüp gelen hacılar, yolculara engel olmama! için bu Meş'ari Haram tepesi civarında gecelerler.









199. Sonra insanların geri döndüğü yerden siz de dönüveriniz. Ve Allah T e âlâ'd an mağfiret isteyiniz. Şüphe yok ki Hak T e al â affedici ve esirgeyicidir.

199. Bu âyeti kerime de bütün müslümanların aynı şekilde ibâdetlerle mükellef olduklarını gösteriyor. Şöyle ki: Cahiliye döneminde Kureyş kabilesi gibi bazı seçkin kabileler, halk Arafatta toplandıkları vakit kendileri Meşari Haramda dururlar, onlara karışmazlar, biz Allah'ın ehliyiz derler, bu durumu bir üstünlük alâmeti sayarlardı. Sonra bunlar müslüman olunca kendilerine, hitaben buyruldu ki: Ey Kureyş! Ey bütün müslümanlar!.. (Sonra insanların koşup döndüğü yerden) yani Arafattan (Siz de hemen dönünüz.) hacla ilgili ibâdetlere tamamen iştirak ediniz. Bu husustaki kusurlarınızdan, günahlarınızdan dolayı (Allah Teâlâ'dan mağfiret isteyiniz.) Daima onun af ve keremine sığınınız. (Şüphe yok Yüce Allah gafurdur) af dileyenlerin günahlarını mağfiret buyurur. (Rahimdir) kulları hakkında rahmet ve yardımını bol tutar. Elverir ki o kerem sahibi yaratıcının yüce dergâhına, kendisini zikr ve teşbih etmek suretiyle sığınılsın.









200. Sonra hacca ait ibadetlerinizi bitirdiğiniz zaman babalarınızı zikrettiğiniz gibi veya daha ziyade olarak Allah Teâlâ'yı zikrediniz. İmdi insanlardan öylesi vardır ki: Ey Rab b i m iz bize -nasibimizi- dünyada ver der. Bunun için âhirette bir nasip yoktur.

200. Bu âyeti kerime Allah'ı zikretmenin ehemmiyetini gösteriyor, Islâmiyetten evvel araplar hacca ait ibadetlerini bitirdikten sonra Mina'da mescit ile dağ arasındaki bir yerde toplanır, babalarının övünülecek şeylerini anarlardı. Bunlar Islâmiyetle şereflenince babalarını andıkları gibi ve hattâ ondan daha fazla Cenab-ı Hakkı anmaları, Hak Tealâ'nın zikri ile dillerini süslemeleri, kalblerini nurlandırmaları kendilerine şöylece hatırlatılmıştır: (İmdi sizler hacca ait ibadetlerinizi bitirdiğiniz zaman) yani tasları attıktan, tavafta bulunduktan Mina'da kaldıktan sonra (babalarınızı zikrettiğiniz gibi veya daha ziyade) daha kuvvetli, daha sevk ve heyecan ile (olarak Allah Teâlâ'yı zikrediniz) asıl onun yüceliğini, kudret ve büyüklüğünü, sizlere verdiği nimetleri bir ibâdet lisanıyla zikrediniz. Ondan dünya ve âhirete ait hayırlar isteyiniz. Halbuki (insanlardan öylesi vardır ki, ey Rabbimiz! Bize nasibimizi dünyada ver der.) Bunlar bir takım müşriklerdir ki, vaktiyle hac esnasında yalnız dünya ile ilgili şeyleri ister, Yarabbi bize koyun ver, deve ver. Babalarımıza verdiğin gibi bizlere de bağlar, bahçeler ver diye duada bulunurlar, âhiret fikrinden mahrum bir halde yasarlardı. Artık (bunun için) böyle yalnız dünyaya düşkün bir şahıs için (âhirette bir nasip yoktur.) Çünkü onun bütün arzu ve hedefi dünyadadır.

Menasik: Hac esnasında yapılması icap eden merasimin tamamı demektir. Tekili mensekdir. Bu kelime; ibâdet edilecek, kurban kesilecek yere de denir.









201. Ve insanlardan öylesi vardır ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir iyilik ve âhirette de bir iyilik ver ve bizi ateş azabından koru der.

201. Bu âyeti kerime, mü'minlerin ne kadar güzel bir tarzda dua ve niyazda bulunduklarını şöylece bildiriyor: (Ve insanlardan öylesi vardır ki) Cenab-ı Hakka inanıp, onun âhirete âit nimetlerine çok fazla ihtiyacı olduğuna kanaat getirdiğinden (Ey Rabbimiz! Bize dünyada da bir iyilik ver, âhirette de bir iyilik ver) diye dua eder (ve bizi cehennem azabından koru) diye niyazda bulunur. Âhiret hayatına inandığını bu şekilde de göstermiş olur.

§ Bu mübarek dua âyetindeki haseneden murat nedir: Bilindiği üzere hasene lügat itibariyle güzellik demektir. İnsanın nefsine, bedenine, servetine ait olup elde edinilmesiyle sevineceği her nîmet bir hasenedir. İbâdet ve itaat da birer hasenedir.

Bu âyeti kerimedeki haseneden maksat ise bazı âlimlere göre dünyada ilimdir, ibâdettir. Âhirette cennettir veya dünyada helâl rızıktır, âhirette de mağfirettir, sevaptır. İmamı Aliden bir rivayete göre de hasene dünyada iyi ahlâklı kadındır, âhirette de cennettir. Nitekim bir hadisi şerifte:: Dünya varlıktan ibarettir. Dünya varlığının en hayırlısı ise iyi ahlâk sahibi olan kadındır.





202. İste bu iki kısım insanlar yok mu, bunlar için kazandıkları şeyden bir nasip vardır. Ve Allah T e âlâ hesabı pek süratle görücüdür.

202. Bu âyeti kerime de, mükâfat ve cezanın amellere göre olduğunu şöylece göstermektedir: (İşte bu iki kısım insanlar yok mu) yalnız dünyayı isteyenler ile hem dünyayı hem de âhireti isteyen zümreler, (bunlar için kazandıkları şeyden bir nasip vardır.) Hayatını yalnız dünyaya adayanlar dünya varlığından hisse sahibi olurlar, âhireti hiç. dikkate almadıkları için âhiret saadetinden bir pay alamazlar. Fakat hayatını güzel tanzim edip te hem dünya için meşru şekilde çalışanlar, hem de âhirete ait vazifelerini yapıp âhiret nimetlerine ulaşmayı niyaz edenler de, hem dünyada hem âhirette nimetlere kavuşmuş olurlar ve âhiret azabından korunurlar. (Ve) şüphe yok ki (Allah Teâlâ) kullarının bu hallerini bilmektedir, yarın âhirette bunlara ait (hesabı) bunların haklarındaki muhakemeleri (pek süratle görücüdür.) Artık insanlar daha hayatta iken istikballerini düşünmeli üzerlerine düşen kulluk vazifelerini güzelce yapmalıdırlar ki, ebediyet âleminde selâmet ve saadete ulaşabilsinler.







203. Ve Allah Teâlâ'yı sayılı günlerde zikrediniz. İmdi her kim iki gün içinde acele ederse onun üzerine bir günah yoktur. Ve her kim geri kalırsa onun üzerine de günah yoktur. -Bu- korunan içindir. Ve Allah'tan korkunuz ve biliniz ki, sizler şüphesiz onun huzuruna toplanacaksınız.

203. Bu âyeti kerime, teşrik günlerinde yapılacak tekbirlere işaret etmektedir. Şöyle ki: Ey hac vazifesini ifa eden zatlar!. Hacca ait ibâdetlere güzelce riâyet ediniz. (Ve Allah Teâlâ'yı sayılı günlerde) yani teşrik günlerinde (zikr ediniz.) Allahu Ekber ve la ilahe illallah deyiniz. Namazların ardından ve kurbanları keserken ve taşları atarken tekbir alınız. (İmdi her kim iki gün içinde) işini bitirip vatanına dönmek hususunda (acele ederse) bu iki gün Mina'da bulunması kâfidir. Bundan bir gün evvel ayrıldığından dolayı (onun üzerine bir günah yoktur.) Bundan dolayı sorumlu olmaz, istediği gibi hareket edebilir. (Ve her kim geri kalırsa) acele etmeyip üçüncü gün de Mina'da kalırsa (onun üzerine de bir günah yoktur.) Bunlar da serbesttir. Bu acele etme ve geriye bırakmadan dolayı sorumlu değildirler. Burada sorumluluğun olmaması (takva sahibi olan) haccını Allah rızası için yapıp ondan korkan hacılar (içindir.) Artık bunu düşününüz. (Ve Allah'tan korkunuz.) Bütün işlerinizde takvadan ayrılmayınız. (Ve biliniz ki sizler muhakkak onun) o Yüce Yaratıcının (huzuruna toplanacaksınız.) Onun manevî huzuruna toplanıp varacaksınızdır. Amellerinize göre mükâfat veya ceza göreceksinizdir.

§ Teşrik: Yüksek sesle tekbir almaktır. Teşrik günleri ise zilhiccenin 11 inci, 12 inci, 13 üncü günlerine denilir ki, bunlar kurban bayramının ikinci, üçüncü, dördüncü günleridir. İşte eyyamı madudat = Sayılı günlerden murat, bu günlerdir. Hacılar bu günlerde Mina'da bulunur, tekbir alır, şeytanı taşlarlar. Şeytanî şeylere düşmanlıklarını bu şekilde de göstermiş olurlar, İşte bu Mina'de kurban bayramının ikinci, üçüncü, dördüncü günlerinde bulunmak meşru olduğu gibi yalnız ikinci, üçüncü gününde durmak ta caizdir. El verir ki korunma ve iyi niyetle olsun.









204. Ve insanlardan bâzıları vardır ki, dünya hayatı hakkındaki sözü senin hoşuna gider. Ve kalbinde olana Allah'ı şahit tutar. Halbuki o pek katı düşmanlık sahibidir.

204. Bu âyeti kerime sözleri özlerine uymayan münafık kimselerin kınanmış hareketlerini bildirmektedir. Şöyle ki: Habibim!.. (İnsanlardan bâzıları da vardır ki) haktan yana görünür. (Dünya hayatı hakkındaki sözü) dünya işlerinin idaresi, geçim sebeplerinin beyanı ve sana karşı sevgi ve bağlılık iddiası hususundaki ifadesi (senin hoşuna gider) hayretini çeker. (Ve kalbinde olana Allah'ı şahit tutar). Sözüm özüme uygundur der. İyi niyet sahibi olduğuna yemin eder. Buna Cenab'ı Hakkı şahit tutar. (Halbuki onun) sana (düşmanlığı pek şiddetlidir.) Veya o sözünde yalancıdır. Veya onun kalbinin katılığı pek fazladır. Sözleri hikmetli olsa da işleri hata doludur.









205. Ve yanından ayrılınca yer yüzünde fesat çıkarmağa, ekinleri, zürriyetleri helak etmeğe çalışır. Allah Teâlâ ise fesadı sevmez.

205. (Ve) o münafık senin (yanından ayrılınca) veya bir işe girişime (yer yüzünde fesat çıkarmağa» müslümanların kanlarım akıtmağa akrabalık bağlarını koparmaya başlar (Ekinleri ve zürriyetler! helak etmeğe) İslâm cemiyyetini dağıtmağa (çalışır.t Fakat (Allah Teâlâ fesadı sevmez.)Yani fesada razı olmaz. Elbette öyle fesatçıların cezalarını bir gün verecektir.









206. Ve ona Allah'tan kork denildiği zaman kendisini günah ile bir gurur yakalar. Artık ona cehennem kâfidir. Ve ne fena bir yataktır.

206. (Ve ona) o münâfıka (Allah'tan kork) yalan söyleme, Allah'ın azabını düşün (denildiği zaman) bu söz onun gururuna dokunur. (Kendisini) o terk etmesi istenilen (günah ile beraber bir gurur yakalar.) Daha ziyade günaha girer, cahilce bir onurun düşkünü olur. (Artık ona) ceza ve azap olmak üzere (cehennem kâfidir.) O cehennemde ebediyyen kalacaktır. Cehennem bir azap yeridir. (Ve ne fena bir yataktır.) Artık bir insan, kendisini böyle ateşli bir yere sevkedecek olan kötü hareketlere nasıl cür'et edebilir.

§ Rivayete göre bu âyetler Sekif Oğullarından "Ahnes Ibni Şerik" hakkında nazil olmuştur. Bu bir münafıktır. Güzel yüzlü, tatlı sözlü bulunuyordu. Peygamberin huzuruna girmiş, müslüman olduğunu söylemi;, Hz. Peygamber'i sevdiğini iddia etmiş, bu sözlerinde doğru olduğuna yemin etmiş ve Cenab-ı Hak sanidinidir demişti. Halbuki hakikaten müslümanlığı kabul etmiş değildi. Müslüman düşmanı bulunuyordu. Peygamberin huzurundan ayrıldıktan sonra müslümanlardan birinin tarlasına uğramı;, ekinlerini yakmış, hayvanlarını öldürmüştü.

Bu âyetlerin nüzul sebebi, böyle hususî olsa da hükmü geneldir. Binaenaleyh bizlere işaret buyrulmuş oluyor ki: İnsanların yalnız sözlerine bakıp ta aldanmamak, nice münafıklar vardır ki, İslâmiyet iddiasında bulunurlar. Yaldızlı sözler söylerler, onu bunu aldatırlar, fakat fırsat bulunca bütün kutsal şeylere saldırırlar.

Maamafih samimî şekilde müslüman olup ta bu uğurda pek çok fedakârlıkta bulunan muhterem zatlar da vardır. İşte şu âyeti kerime de bunu ifâde etmektedir.









207. İnsanlardan bazıları da vardır M. Allah T e âl ân m rızâsına kavuşmak için kendini feda eder. Yüce Allah ise kullarına çok şefkatlidir.

207. Bu âyeti celile, hakikî mü'minlerin yüksek fedakârlıklarını gösteriyor. Şöyle ki: (İnsanlardan bâzıları da vardır ki Allah Teâlâ'nın rızâsını talep için kendini feda eder.) Cihada atılır, veya ölünceye kadar iyiliği emreder, kötülükten sakındırır. Diğer bir görüşe göre de Allah'ın rızası için her fedakârlıkta bulunarak nefsini, ebedî hayatını din düşmanlarının tecavüzlerinden kurtarmağa çalışır. Artık şüphe yok ki bu gibi şahıslar, Cenab'ı Hakkın rızasını kazanmış olurlar. (Ve Allah Teâlâ) böyle (kulları hakkında çok şefkatlidir.) Bu ilâhî şefkatten dolayıdır ki, kullarını kendi rızasına kavuşturacak bir hidâyet yoluna irşat buyurmuştur.

§ Bir rivayete göre: Bu âyeti kerime Suheyb Ibni Sinani Rûmî hakkında nazil olmuştur. Bu zat İslâmiyetî kabul etmiştir. Müşrikler bunu yakalamışlar, dövmüşler, Islâmiyetten döndürmek istemişlerdi. Bu zat da "Ben ihtiyar bir kimseyim, ben müslümanlığımdan size bir zarar gelmez" demiş ve büyük bir servetini o müşriklere vererek ellerinden kurtulmuş Medine'i Münevvere'ye gelmiştir.

Diğer bir rivayete göre de bu âyeti celile, Hz. Ali hakkında nazil olmuştur. Çünkü Peygamber Efendimiz, Medine'i Münevvere'ye hicret ederken Hz. Ali, onun mübarek yatağında yatmış, Rasûlullah'ın hicretini gizlemek istemiş, düşmanların hücumuna kendisini hedef yapmıştı. İşte bu gibi din kahramanları hakkında elbette Allah'ın şefkati ve lütfü pek mükemmel şekilde tecelli edecektir.







208. Ey imân edenler!. Hepiniz toptan barışa giriniz. Ve şeytanın adımlarına uymayınız. Şüphe yok ki o sizin için apaçık bir düşmandır.

208. Bu âyeti kerime, bütün müslümanların dinî hükümlere layıkıyle sarılmalarını emretmektedir. Şöyle ki: (Ey mü'minler!. Hepiniz harîsa giriniz.) Hepiniz tam müslüman olunuz. Sulh ve barış içinde yaşayın. Çekişme ve mücadeleden sakınınız, dininizin emirleri doğrultusunda hareket ediniz. (Ve şeytanın adımlarına uymayınız.) Onun izinden yürümeyiniz. İnsanları dinden çıkarmak isteyen dalâlet sahiplerinin hareketlerini taklit eylemeyiniz. (Şüphe yok ki o) şeytan (sizin için) ey müslümanlar (apaçık bir düşmandır.) Aranızı açmaya, aranıza nifak sokmaya çalışan bir düşmandan başka değildir. Artık uyanık bulununuz.









209. İmdi size bunca deliller geldikten sonra yine kayarsanız, artık biliniz ki. Allah T e âlâ şüphesiz azizdir, hakimdir.

209. Bu âyeti kerime de bu gibi ilâhî uyarılara aykırı harekette bulunanlar için büyük bir tehdid taşımaktadır. Şöyle ki: Ey müslümanlar!. (İmdi size bunca beyyîneler) açık deliller, emirler aklî ve naklî açık kanıtlar (geldikten sonra yîne kayarsanız) yine kusur eder, gösterilen doğru yoldan çıkarsanız, şeytanların aldatmalarına kapılırdanız (artık biliniz ki. Allah Teâlâ şüphesiz azizdir) onun intikam almasına bir şey mâni olamaz. O üstünlük ve galibiyet sahibidir. Sizlere lâyık olduğunuz cezayı verir. Ve o Yüce Yaratıcı (hakimdir) her emri, her yaptığı şey bir hikmet ve faydaya dayanmaktadır.

§ Bir rivayete göre İslâm'ın başlangıcında bazı zatlar müslüman olmakla beraber eski âdetleri doğrultusunda cumartesi gününe saygı gösterir, devlerin etlerini, sütlerini çirkin görürlerdi. Bunun üzerine bu iki âyeti kerime nazil olmuş, o gibi kanaatlerden, yabancılara ait âyinlerden vazgeçilmesi, bütün müslümanların bir selâmet ve kardeşlik dairesinde yaşamaları emir ve tavsiye buyrulmuştur.









210. Onlar ancak beyaz buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve me-leklerin kendilerine gelmelerini beklerler. Halbuki, emir tamam olmuştur. Ve bütün işler Allah Teâlâ'ya döndürülecektir.

210. Bu âyeti kerime İsrail Oğullarının İslâmiyeti kabul etme hususundaki mallarını göstermektedir. Onlar vaktiyle Hz. Musa'dan istedikleri gibi Asrı Saadette de Rasüli Ekrem'e imân etmeleri için Cenab-ı Hakkın meleklerle beraber gelip kendilerine görünmelerini istemişler. Zaman ve mekândan, gelip gitmeden uzak olan Allah Teâlâ'nın yüce varlığını takdirden gafil bulunmuşlardı. Halbuki gelip gitmek hali; sonradan ortaya çıkma ve sınırlı olmayı görünme ve kaybolmayı, cisim olma yönüyle sonradan olanlara benzemeyi icap eder ki bütün bunlardan Cenab'ı Hak uzaktır, yücedir. Böyle olduğu halde (onlar) o İsrail Oğulları (ancak beyaz buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerin kendilerine gelmelerini) kendilerine lâzım gelen hükümleri ulaştırmalarını ve söylemelerini (beklerler.) İmân etmeleri için sıkılmadan böyle uygunsuz bir isteğe cür'et gösterirler. (Halbuki emir tamam olmuştur.) Onların haklarındaki ilâhî hüküm sabit olmuştur, onların helaki kararlaştırılmıştır. (Ve bütün işler Allah Teâlâ'ya) âhirette (döndürülecektir.) Orada herkese amellerine, inançlarına göre mükâfat ve ceza verilecektir. Artık Allah'a imândan kaçınanlar da o günü düşünsünler.







211. İsrail Oğullarına sor, biz onlara ne kadar açıl' âyetler vermiştik. Ve her kim Allah'ın nimetini, kendisine geldikten sonra değiştirirse artık şüphe yok ki Allah cezası şiddetli olandır.

211. Bu âyeti kerime de İsrail Oğulları hakkında bir kınamayı içermektedir. Çünkü onlar vaktiyle Hz. Musa vâsıtasiyle bir çok mucizeleri görmüş, oldukları halde yine yanlı; yola gitmekten geri durmamışlardı. İşte bunun için buyruluyor ki; (İsrail Oğullarına sor, biz onlara ne kadar açık âyetler) mucizeler (vermiştik.) Kısacası asanın yılana dönmesi bir çok kalıcı hastalıkların bertaraf olması, denizin yarılması, kudret helvası ve bıldırcın etinin gökten yere inişi gibi hârikalar onlara gösterilmişti. Halbuki onlar bunları gördükleri halde yine inkâr ve isyana devam etmişlerdi. Artık bu gibi hareketlerde bulunanlar elbette cezalara uğrayacaklardır. (Ve her kim Allah'ın nîmetini) âyetlerini (kendisine geldikten sonra değiştirirse) onları değiştirmeye, inkâra cür'et gösterirse böyle cezaları hak etmiş olur. (Artık şüphe yok ki Allah cezası pek şiddetli olandır.) Onu düşünmeli, onu gerektirecek gayri meşm hareketlerden çekinmelidir.









212. Kâfîr olanlar için dünya hayatı süslü gösterilmiştir. Ve onlar, imân edenler ile eylenirler. Halbuki bu takva sahipleri kıyamet gününde onların üstündedirler. Ve Allah Teâlâ dilediğine hesapsız olarak rızık verir.

212. Bu âyeti kerime dünya varlığına al d an an beyinsizlerin hallerini bildirmektedir. Kısaca Ebu Cehil gibi bir takım kâfirler, ellerinde bulunan geçici dünya varlığına güvenerek Abdullah Ibni Mes'üd, Bilali Habeşi, Ebu Übeyde gibi -Radiyallahu tealâ anhüm- ashabı kiramın fakirleri ile alay ediyor, bunlar ile mi müslümanlık yayılacak diyorlardı. İşte bunların bu halini beyan için buyruluyor ki: (Kâfir olanlar için dünya hayatı) dünyanın fanî olan servet ve zenginliği (süslü gösterilmiştir.) Onlar bunun ötesinde bir şey düşünemezler. Bu pek süslü gördükleri varlıklarına aldanırlar. (Ve onlar mü'minler ile) müslümanların fakirleri ile (alay ederler) Bakınız şunlara, bunlar ile mi galibiyet yüz gösterecek derler. (Halbuki) fakir görülüp kendileriyle evlenilen (bu korunan) mü'min (ler kıyamet gününde onların) o alaycı kâfirlerin (üstündedirler.) Bu mü'minler en yüce makamlarda, cennetlerde bulunacaklardır. O kâfirler ise aşağıların aşağısında cehennemlerin içinde azap göreceklerdir. Artık onlar, öyle geçici dünya varlıklarının ne kıymeti vardır ki, ona aldanıyorlar.

Bütün elvahi rengârengi dünya çeşmi ibrette

Hayali mahzdır, bir tayfı zailden ibarettir.

Dünyanın bütün rengarenk levhaları, ibret alan göz için

Sırf hayal ve yok olan bir hayaletten ibarettir.

(Ve Allah Teâlâ) bir hikmet sahibi yaratıcıdır. (Dilediğini) bu dünyada ve âhirette (hesapsız olarak) sonsuza kadar (rızıklandırır.) Yavaş yavaş azaba yaklaştırmak için dünyada kâfirlere bir çok servetler verir, onlar bu nimetleri kendilerine veren Yüce Yaratıcıya kullukta ve şükürde bulunmadıklarından dolayı, bilâhare azaba, felâkete uğrayacaklardır. Cenab'ı Hak mü'minlerin bir kısmına da bir ilâhî imtihan olarak bu dünyada büyük bir servet verir. Bunun şükrünü yerine getirdikleri takdirde sevaba kavuşurlar. Yarın âhirette de sonsuz nimetlere ulaşmakla rızıklanırlar. İşte asıl övünmeye lâyık olan varlık, bundan ibarettir.









213. İnsanlar bir tek ümmet idi. Allah Teâlâ müjdeleyin ve korkutucu olan peygamberler gönderdi. Ve onlar ile beraber hak yolu gösteren kitap indirdi ki insanlar arasında ihtilâf ettikleri hususlarda hükmetsin. Halbuki, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra aralarında olan kıskançlıktan dolayı dinde ihtilâfa düşenler, o kendilerine kitap verilenlerden başkası değildir. İmdi Allah Teâlâ imân edenleri ihtilâfa düştükleri hakka kendi ilâhî iradesiyle ulaştırır. Ve Allah Teâlâ dilediğini doğru yolu gösterir.

213. Bu âyeti kerime, insanlık cemiyetleri arasındaki ihtilâfların yegâne sebebini gösteriyor ki o da: "Bağy" dır. Yâni dünya hırsı ile meydana gelen kıskançlık ve zulümdür, aşırı hırstır, haktan dönerek başkaldırmaktır. Şöyle ki: (insanlar) vaktiyle (bir tek ümmet idi.) Aralarında ihtilâf yoktu. Hak üzere ittifak ediyorlardı. Sonra ihtilâfa düştüler, haktan ayrıldılar. (Allah Teâlâ) da bunları İrşat için (müjdeleyici) yani: İmân ve itaat sahiplerini cennet ile müjdeleyici (ve korkutucu) yâni: Küfr ve isyan sahiplerini de cehennem ateşi ile korkutucu (olan peygamberler gönderdi.) İnsanları o peygamberler vasıtasıyla hak ve hakikatten haberdar etti. (Ve onlar ile beraber) o peygamberler vasıtasıyle o insanlara (hak yolu gösteren) hak ve hakikati açıklayan (kitap indirdi ki) o kitap (insanlar arasında ihtilâf ettikleri) dinî (hususlarda hükmetsin.) Onun şer'î hükmünü kendilerine bildirsin (Halbuki) o insanlar (kendilerine apaçık deliller) Allah'ın birliği hususunda açık, kesin deliller (geldikten sonra) aralarındaki birliği daha güzel muhafaza etmeleri lâzım gelirken onlar bilâkis (aralarında olan kıskançlıkla!!) haset ve hırstan (dolayı dinde ihtilâfa düşenler, o kendilerine) peygamberler vasıtasiyle (kitap verilenlerden) semavî kitapların hükümleri, o kendilerine tebliğ edilenlerden (başkası değildir.) Artık onlar hakikati anlayıp din birliğini muhafaza etmeli değil miydiler? Onlar ise bilâkis dünya ile ilgili hırslarından kurtulamamış hak ve hakikate, selâmet ve hidayete ulaşamamışlardır. (İmdi Allah Teâlâ) öyle hırs sahiplerini değil (imân edenleri) o bir takım kimselerin kendisinde (ihtilâfa düştükleri hakka) dinî gerçeklere, şer'î meselelere (kendi İlâhî iradesiyle ulaştırır.) Onları bu husustaki hatâlardan korur, kendi rızâsına uygun olan tarafa yöneltir. (Ve Allah Teâlâ) kullarından (dilediğini) hidâyete ermesini takdir buyurmuş olduğunu (doğru yola hidâyet eder) binaenaleyh Cenâb-ı Hakka sığınmalı, ondan hidâyet ve saadet niyaz eylemelidir.

§ Bu âyeti kerime de: Bir tek ümmetten maksat nedir? Bu hususta deniliyor ki: Bundan maksat, ya Hz. Adem'in arkasından çıkarılan zürriyetidir. Bunlar Allah'ın birliğini kabul etmişlerdi. Veya Nuh'un gemisinde bulunan mü'minlerdir. Bunlar Hz. Nuh'tan sonra ihtilâfa düşmüşlerdi. Diğer bir görüşe göre de bütün insanlar Hz. Adem'in vefatından, Nüh aleyhisselâmın gönderildiği zamana kadar bir şeriat üzere idiler. Sonra Hz. Nuh'un zamanında ihtilâfa düşmüşlerdir.

Diğer bir görüşe göre de bir tek ümmetten maksat, Hz. Adem'dir. Çünkü o insanlığın babasıdır. Bütün insanların aslıdır. Sonra da Havva yaratılmış, bunların çocukları dünyaya gelmiş, hepsi de müslüman olarak yaşamışlardı. Kabil ile Habil arasındaki öldürme hâdisesinden sonra ise ihtilâf yüz göstermiştir.

Başka bir görüşe göre de Hz. İbrahim'in zamanında insanların hepsi de kâfirdir. Bu itibar ile birtek ümmet bulunuyorlardı. Cenâb-ı Hak bunlara İbrahim aleyhisselâmı ve diğer zatları peygamber göndermiştir. Bu zatlara uyanlar hidayete ermiş, ihtilâftan kurtulmuşlardır. Bunlara uymayanlar da ihtilaflar içinde kalarak hidâyet ve selâmetten ebediyyen mahrum kalmışlardır.









214. Yoksa Cennete gireceğinizi mi zannettiniz?. Sizden evvelki geçmiş ümmetlerin hali sizlere gelmedikçe. Onları nice şiddetli ihtiyaçlar, hastalıklar kapladı ve sarsıntılara uğradılar. Hattâ peygamberleri ve onunla beraber imân edenler. Allah'ın yardımı ne zaman? diyecek bir hale geldiler. Haberiniz olsun Allah'ın yardımı şüphe yok ki pek yakındır.

214. Bu âyeti kerime, hak yolunda bazı sıkıntılara uğrayan zatlara kalp dayanıklığı vermekte ve teselli kaynağı olmaktadır. Bu âyeti celilenin, nüzul sebebi olarak deniliyor ki: Rasûli Ekrem Hazretleri ashabı kiranınım bir kısmıyla Medine'i Münevvereye hicret edince mallarını, yurtlarını bırakmış, bâzı sıkıntılara uğramışlardı. Binaenaleyh onların gönüllerini hoş etmek için bu âyeti kerime inmiş, Allah'ın rızasına kavuşmak için geçmiş ümmetler arasında da böyle nice sıkıntılara uğramış zatların bulunduğu bildirilmiş, hak yolunda çekilen böyle sıkıntıların ilâhî yardımın bir an evvel gelmesine vesile olacağı müjdelenmiş.tiı.

Diğer bir rivayete göre de bu âyeti celilenin iniş sebebi Hendek gazvesidir. Bu gazvede Medine'i Münevvere düşman tarafından kuşatılmış, ashabı kiram bir çok sıkıntılara uğramıştı. Bu gibi üzücü haller geçmiş ümmetlerin başına da gelmiş, bunun mükâfatı olarak cennete aday bulunmuşlardı. Binaenaleyh şimdi müslümanların da bu gibi geçici belâlara tahammül etmeleri gelecekte büyük mükâfatlara, yardımlara ulaşmalarına bir vesîle olacaktır, diye buyrulmuş oluyor. Gerçekten öyle de olmuştur. İslâmiyet az bir zamanda Doğu ve Batıya yayılmış ve Allah'ın yardımı tam manasıyla tecelli etmiştir. İşte bu hakikati beyan için buyruluyor ki: Ey müslümanlar!.(Yoksa cennete gireceğinizi mi zannettiniz?) Hak yolunda bir takım musibetlere kat I anmadıkça. (Sizden evvelki geçmiş ümmetlerin hali) onların çekmiş oldukları sıkıntıların benzeri (sizlere) sizlerin başınıza (gelmedikçe) tarihte de sabittir ki (onları nice şiddetli ihtiyaçlar, hastalıklar kapladı) nice zaruretler içinde kaldılar. (Ve sarsıntılara uğradılar) cemiyetleri darma dağın olmak tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. (Hatta peygamberleri ve onunla beraber olan mü'minler) fevkalâde bir izdirap içinde bulunduklarından (Allah'ın yardımı ne zaman) gelecek, bizleri bu felâketten ne vakit kurtaracaktır? (diyecek bir hale geldiler.) Bunun üzerine kendilerine şöyle bir ilâhî müjde verildi. Ey hak yolunda sabr eden ehli imân!.. (Haberiniz olsun Allah'ın yardımı şüphe yok ki pek yakındır.) Dinî ve mukaddesatı uğrunda sıkıntılara katlananlar elbette ki, Allah'ın yardımına kavuşacaklardır. Artık bu geçici sıkıntıların ne ehemmiyeti vardır? Sabreden zafere erer.







215. Ne infak edelim diye senden soruyorlar. De ki: Maldan ne infak ederseniz ana baba ile en yakınlar, yetimler, yoksullar, yolcular içindir. Ve hayırdan her ne yaparsanız şüphe yok ki. Allah Teâlâ onu hakkıyla bilir.

215. Bu âyeti kerime, sadakaların en münasip şekilde verileceği yerleri bildiriyor. Rivayete göre ensarı kiramdan Amr ibnil Cumuh, zengin bir ihtiyardı Rasüli Ekrem'e müracaat ederek nelerin infak edileceğini sormuş, bunun üzerine bu âyeti celile nazil olarak her hangi helâl bir malın infak edileceğine işaret buyrulmuş ve sadakaların asıl verileceği yerler ehemmiyetine göre açılanmıştır. Şöyle ki: Habibim! (Ne infak edelim) ne gibi şeyleri sadaka olarak verelim (diye senden sual ediyorlar.) Onlara (de ki: Maldan) yani helâl mallardan az çok (ne infak ederseniz) onun yenileceği münasip yer (ana ve baba ile en yakın akraba) nızdır. Ve muhtaç olan (yetimlerdir. Ve hiç bir şeyi olmayan (yoksullar) dır. Bir de nafakasız kalmış (yolcular içindir ve) bununla beraber (hayırdan) gerek infak suretiyle olsun ve gerek başka bir suretle olsun (her ne yaparsanız) asla zayi olmaz, mükâfatsız kalmaz. (Şüphe yok ki Allah Teâlâ onu) o yaptığınız hayrı (hakkiyle bilir) onun mükâfatını ihsan buyurur.

Bu âyeti kerime, nafile sadaka kabilinden olan infak hakkında olduğundan zekâtın hükümlerine ters düşmemektedir.









216. Cihad hoşunuza gitmediği halde üzerinize farz kılındı. Bazen bir şeyden hoşlanmazsınız. Halbuki o şey sizin için bir hayırdır. Ve bazen de bir şeyi seversiniz halbuki o şey sizin için bir serdir. Ve Allah Teâlâ bilir, sizler ise bilmezsiniz.

216. Bu âyeti kerime İslâm varlığını muhafaza için yapılacak cihadın büyük bir hayır olduğuna işaret ediyor. Şöyle ki: Ey Müslümanlar!.. ıCihad) İlk bakışta meşakkati, mâl ve beden ile de fedakarlığı gerektirdiği için (hoşunuza gitmediği halde üzerinize farz kılındı.) Halbuki cihadda zafer vardır, ganimet vardır, milletin varlığını muhafaza ve müdafaa vardır. Şahitlikle sevab ve mükâfat vardır. Artık bu hoş görülmeli değil midir?. Fakat insanlık, garip bir tabiatta yaratılmıştır. Her şeyin mahiyetini, hayır mı, şer mi olduğunu güzelce takdir ve tesbit edemez. Aksine (bazen bir şeyden hoşlanmazsınız.) Hoşunuza gitmez, ondan kaçınmak istersiniz. (Halbuki, o sizin için bir hayırdır.) İşte cihad da bu kabildendir. (Bazen de bir şeyi seversiniz.) Onu yapmağa koşarsınız. (Halbuki o şey sizin için bir serdir.) İşte cihaddan kaçınmak ta böyledir. (Ve) şüphe yok ki (Allah Teâlâ) insanların haklarında nelerin hayr ve nelerin şer olduğunu tamamen (bilir.) Ey insanlar (sizler ise) öyle her şeyi (bilmezsiniz) öyle ise Cenab'ı Hakkın emir ve yasağına gerçek mânada uyunuz. Onun her emri sırf bir hayırdır, onun her yasakladığı şey de sırf bir serdir. Artık ona göre hareketinizi düzenlemelisiniz.







217. Sana haram ayı, o ayda yapılan savaşı soruyorlar. De ki, o ayda savaşmak büyük bir günahtır. Fakat insanları Allah'ın yolundan men etmek ve onu inkâr eylemek. Mescidi Haram'dan mende bulunmak ve onun ehlini oradan çıkarmak Allah yanında daha büyük -bir cinayettir- Ve fitne ise katilden daha büyüktür. Onlar güç yetirebilseler sizi dininizden döndürünceye kadar si-zinle savaştan geri durmazlar. Sizden ise her kim dininden dönüp te kâfir olarak ölürse artık onların bütün amelleri dünyada da, âhirette de boşa çıkmış olur. Ve onlar artık cehennem ehlidirler. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır.

217. Bu âyeti kerime, dinsizliğin ve mukaddesata tecavüzün en büyük bir rezillik olduğunu gösteriyor. Şöyle ki: Rasüli Ekrem Efendimiz eshabı kiramdan Abdullah Bini Cahş'ı bir Seriyye reisi olarak cemaziyelâhir ayı içinde Mekke'i Mükerreme tarafına göndermişti. Müşriklerin müslümanlara karşı ne tavır aldıklarını öğrenmek istiyordu. Bunlar Kureyşten bir kafile ile çarpıştılar. Onlardan Amr Ibni Eb dili ah 11' Hazremî öldürüldü. İki şahıs da esir alındı. Bu çarpışma ise Recep ayının İlk gününe tesadüf etmişti. Halbuki öteden beri zilkade, zilhicce, muharrem ve recep ayları birer haram ay idi. Bunlarda muharebe caiz görülmemişti. Fakat İslâm fırkası, henüz cemâziyelahirin son gününde bulunduklarını sanmış ve bu savaşı yapmışlardı. Her ne ise Kureyş müşrikleri ve yahudiler bu hadiseyi, İtiraza sebep göstermişler, bak müslümanlar haram olan aylarda da harb ederek bizden bir şahsı öldürdüler. Bu olur mu?. Bu günah değil mi? derneğe başladılar. Bunun üzerine Seriyyede bulunan eshabı kiram da: Acaba günaha mı girdik? diye üzülmeğe başlamışlardı. İşte bu hâdiseden dolayı bu âyeti kerime nazil oldu. Ve zaten daha sonradan bu haram

aylarda da lüzum görülünce cihadın caiz olduğuna dair başka bir âyeti celile de nazil olmuştur.

Bu âyeti kerime de buyruluyor ki: Habibim!.. (Sana haram ayı) yani: (o ayda yapılan savaşı sual ediyorlar). Bu ayda savaş caiz midir diye soruyorlar. (De ki: O ayda savaş büyüktür.) büyük bir günahtır (Fakat insanları Allah'ın yolundan) dininden (men etmek ve Allah'a küfr eylemek) onu inkâr edip kâfir olmak (Mescid'i Haram'dan) yani Mekke'den (men etmek ve onun ehlini oradan çıkarmak) Rasüli Ekrem ile bir kısım ashabı kiramı hicrete mecbur etmeleri (Allah katında daha büyüktür.) Seriyyenin yaptığından daha büyük bir günahtır. Seriyyenin hareketi bir hata eseridir, bir zanna dayanmaktadır. Düşmanların yaptıklarıyla kıyas etmek mümkün değildir. (Ve fitne ise) yani düşmanların küfr ve şirki (savaştan daha büyüktür.) Daha büyük bir cinayettir. (Onlar) o kâfirler (güç yetirebilseler) faraza ellerinden gelse (sizi dininizden döndürünceye kadar) Ey müslümanlar!. (Sizinle savaştan geri durmazlar.) Fakat buna güç yetiremiyeceklerdir. Lâkin (sizden) faraza (her kim dininden) Islâmiyetten (dönüp te kâfir olarak ölürse) küfründen dönmezse (artık) öyle kimseler ebediyyen hüsrana uğramış olurlar. (Onların bütün amelleri) vaktiyle yapmış oldukları ibâdetleri, hayırlı işleri (dünyada da, âhirette de boşa çıkmış) ehemmiyetten, sevaptan mahrum kalmış (olur.) Kendileri pek büyük bir hüsrana uğramış bulunuyorlar. (Ve onlar artık cehennem ehlidirler.) Orada azap göreceklerdir ve (onlar orada) cehennem ateşinde (ebediyyen kalacaklardır.) Artık onlar için kurtuluş yoktur.

§ Müslümanlıktan dönen bir kimse daha sonra Islâmiyete geri dönse İmamı Azama göre vaktiyle yapmış olduğu amellerinin sevabı tekrar kendisine verilmez. O ameller boşa gitmiştir. Fakat İmamı Şâfiye göre böyle biri Islâmiyete geri dönünce müslümanlıktan ayrılmadan evvel yapmış oldukları amelleri boşa gitmez.

Binaenaleyh vaktiyle yapmış olduğu haccı iade etmesi gerekmez. Şu kadar var ki sevabı boşa gitmiş olur.











218. Şüphe yok ki imân edenler ve hicret edîp t e Allah yolunda cihadda bulunanlar Allah'ın rahmetini umarlar. Allah T e âlâ da gafurdur, rahimdir.

218. Bu âyeti kerime, kimlerin Allah'ın rahmetine lâyık olduğunu şöylece göstermektedir. (Şüphe yok ki) muhakkak (imân edenler) Islâmiyeti kabul edip, Allah'ın birliğini tasdik edenler (Ve) mallarını, yurtlarını, aşiretlerini bırakarak Allah'ın rızası iç in (hicret edip t e Allah yolunda) İslâm dinini yüceltmek için müşriklere karşı (cihadda bulunanlar) nefislerinin arzusuna uymayıp Allah'ın emrine uyarak dinî vazifelerini yapmaya çalışan, görünüşte faydalı görülse bile haddizatında bir nice fenalıkları doğuracak yasaklardan kaçınan zatlar yok mu ya? İşte onlar (Allah Teâlâ'nın rahmetini umarlar.) Allah'ın Rahmetine kavuşacak olanlar işte bu gibi korunan zatlardır. Şüphe yok ki (Allah Teâlâ da gafurdur.) Bu gibi İyi kullarından insanlık icabı bir kusur ortaya çıksa onu affeder ve örter. Ve Hak Teâlâ (rahimdir.) Mümin kulları hakkında ilâhî rahmetini bollaştırır.

Bu âyeti kerime de şuna da işaret vardır ki, bir kimse ne kabar ibâdet yapsa ve kendini kulluğa da adaşa âkibetinin ne olacağına kat'î surette hükmedemez. Önemli olan son nefestir. Binaenaleyh ibâdet ve itaata aldanmayıp güzel bir sonu Cenâb-ı Haktan rica etmelidir.











219. Sana şaraptan ve kumardan soruyorlar. De ki: İkisinde de büyük günah vardır, ve insanlar için faydalar da vardır. Bunların günahı ise faydalarından çok büyüktür. Sana ne infak edeceklerini de sual ediyorlar. De ki: İhtiyacınızdan artanı. Allah Teâlâ âyetlerini sizlere işte böyle beyan ediyor, ta ki tefekkür edesiniz.

219. Bu âyeti kerime, sarhoşluk veren şeylerin ve kumarın yasaklanmasındaki hikmete işaret buyuruyor. Rivayete göre Hz. Ömer ile ashabı kiramdan bazıları Rasüli Ekrem Efendimizden şarap ile kumarın zararlı şeyler olduğundan dinî hükmünü sormuşlar. Bunun üzerine bu âyeti celile nazil olmuştur. Şöyle ki: Habibim! (Sana şaraptan ve kumardan soruyorlar.) Bunların hakkında bir fetva almak istiyorlar. Onlara (de ki: İkisinde de) hem şarapta hem de kumarda (büyük günah vardır.) Bunlar insanlar arasında düşmanlığa, söğüp saymaya sebep olur, dinî vazifelerin yapılmasına engel bulunurlar. (Ve insanlar için) görünürde bazı (faydaları da vardır.) Geçici bir neş'eye, bir kahramanlığa bir arkadaşlık ve yakınlaşmaya sebep olabilirler. (Bunların günahı ise) bunlardan doğacak kötülükler, zararlar, günahlar ise bunların (faydalarından çok büyüktür.) Artık öyle cüzî, geçici bir menfaat uğrunda bu kadar büyük günahlar yapılabilir mi? Resulüm!. (Sana ne infak edeceklerini de sual ediyorlar. Hz. Peygamber onlara sadaka vermelerini tavsiye buyurmuştu. Onlarda ne şekilde sadaka vereceklerini sorup öğrenmek istemişlerdi. Binaenaleyh buyruluyor ki: Habibim!. Onlara: (de ki, ihtiyacınızdan artanı) infak ediniz. Kendi ihtiyacınızı evvelâ görünüz, sonra bir malınız kalırsa ondan münasip olan fakirlere sadaka veriniz. (Allah Teâlâ âyetlerini sizlere) ey Muhammed Ümmeti!. (İşte böyle beyan ediyor.) Faydalı olup olmayan şeyleri haber veriyor. (Ta ki tefekkür edesiniz.) Şu anınızı ve geleceğinizi düşünüp davranışınızı ona göre tâyin edesiniz.



§ Hamr nedir? Çiğ üzüm şırasından katılaşmış ve köpüğünü atmış olan şarap demektir. İmamı Mâlik ile İmamı Şâfî gibi bir çok muctehidlere göre bu âyeti keremedeki Hamr'dan maksat, mutlak olarak sarhoş eden herhangi bir şeydir. Binaenaleyh bütün sarhoşluk verici şeyler Kur'ân âyeti ile haramdır. Ve her hangi birinin bir damlasını bile içmek caiz değildir. Ve bunların alınıp satılması da haramdır. Çünkü: Sarhoşluk verenlerin hepsi de rics = necis = pislik olmak üzere Kur'ân'ı Kerim'd e zikredilmiştir.

İmamı Azama göre: Hamr, hususî bir şaraptan ibaret olup haramlığı bu âyeti kerimeyle sabittir. Diğer sarhoş eden şeylerin haramlıkları da bu âyeti kerimenin delaletiyle ve (= her sarhoşluk veren şev haramdır gibi birçok hadisle sabittir. Ve bunların bir damlalarının bile içilmesinin haram olduğu da:

= Çoğu sarhoşluk veren bir şeyin azı da haramdır.) İçilemez gibi hadisler ile sabit bulunmuştur. Çünkü bunların azı da git gide fazla içilmesine sebep olur. Yasak bir bölgenin içine düşmemek için onun civarına bile gitmemelidir. İhtiyat bunu icap eder.

§ Sarhoş edici şeylerin yasaklanmasındaki hikmet: Bilindiği üzere Cenâb-ı Hak, hikmet sahibi bir yaratıcıdır, kulları hakkında rahmet ve yardımı sonsuzdur. Binaenaleyh kulları hakkında neleri emretmişse onlar aynen rahmettir, birer selâmet ve saadet sebebidir. Neleri yasaklamış ve menbuyurmuşsa şüphe yok ki onlar da insanlar hakkında hem dünya hayatında, hem de âhiret hayatı itibariyle zarar vericidir. Büyük tehlikeleri vardır. Biz bunları kendi aklımızla da güzelce düşündüğümüz, tefekküre daldığımız takdirde kısmen olsun hemen anlarız. İşte sarhoş edici şeylerin yasaklanması da bu cümledendir. Cenâb-ı Hak, bizleri bu hususta düşünmeye davet ediyor.

Evet... Sarhoşluk veren şeyler nedir?. Bir öldürücü zehirdir. Bu, geçici bir neş'e verebilir. Bazı kimseler bu yüzden biraz para kazanabilir. Bazı kimseler de bir araya toplanarak zevk ve safa ile bir müddet keyf alabilirler. İşte bunun faidesi. Fakat böyle cüz'î, geçici ve ehemmiyetsiz bir fayda karşısında bunun bir kere de zararlarını düşünelim: İnsan, içki yüzünen yaratıcısına isyan etmiş olur ve kendisini ilâhî azabın karşısında bulur. Bunun ne feci bir akıbet olduğunu elbette her inanan insan takdir eder. Biz bunun biraz da dünyaya ait zararlarını düşünelim, İçki yüzünden nice servetler, kıymetli vakitler mahvolup gider. Nice aileler arasında facialar yüz gösterir. Cemiyet arasında nice sürtüşmeler, hoş olmayan hareketler ortaya çıkar.

İçkinin sağlığı koruma bakımından zararları ise sayılamıyacak derecede çoktur. Evet. Koruyucu hekimliğe dair eserler gösteriyor ki: Şarap, rakı, bira, arpa suyu gibi alkollü içkiler pek fazla zararlıdır. Bunların kısaca şu gibi zararları vardır: Alkollü içkiler hazım yolunda bozukluklar yapar, vücude titreme verir, yanma meydana getirir, elleri, ayakları tutmaz bir hale getirmiş olur, sinirlere tesir ederek sarhoşluğa sebebiyet verir, midenin ve bacakların ince zarlarını haşlanmış gibi bir hale koyar. Bu yüzden içki bağımlıları yiyecekleri hazmedemeyip kusarlar ve günden güne zayıf düşerler. Bu içkiler insanda alışıklık meydana getirir. Artık bunları terk etmek pek zor olur. Maamafih bu sarhoş edici şeyler yüzünden bir çok insan zehirlenir, hafıza gücü zayıflar, aklını kaybederek beyni bir kriz içinde kalır, sefalete düşer ve insanların hakaretine uğrar. Bunun manevî zararları ise hepsinin üstündedir. Artık insan güzelce düşünürse böyle zararlı bir şeye meyleder mi?

§ Meysire gelince: Bu kumar oyunu demektir. Kumar oynayanlar birbirinin malını kolaylıkla alıp verdikleri için kumara bu ad verilmiştir. Bu da zararları faydalarından pek fazla olduğu için İslâm dininde yasaklanmıştır.

Vaktiyle cahiliye devrinde Araplar; tavla, satranç, piyango tarzındaki oyunlar ile kumar oynarlar, biri birlerinin mallarını böyle bir oyun neticesinde kolaylıkla elde ederlerdi. Bunun neticesindeki zararları hiç düşünmezlerdi, İslâmiyet ise kuman ferdî, içtimaî, dinî bir çok zararları olduğundan dolayı haram kılmıştır.

Evet.

Bazı kimseler kumar yüzünden kolaylıkla zengin olabilirler. Fakat bu zenginlik kendi hemcinsinin bir şey karşılığında olmaksızın eli boş kalması suretiyle olmu; olur. Buna ise temiz vicdan sahipleri tahammül edemez. Maamafih kumar yüzünden bir şeyler kazanmış olanlar sonra yine kumar yüzünden daha bir çok şeyler kaybederler ki, bu daima görülmektedir.

Kumar ile uğraşmak; insanı umuma mahsus faydalı İşlerden alı koyar, insanı ihtiraslara kurban eder. Bir çok kimseler kumar yüzünden servetlerini kaybetmiş, haysiyetlerini ayaklar altına almış olurlar, günleri hüzün ve kederle geçmiş olur. Bu yüzden aile hayatında da hoş olmayan haller meydana gelir, hayatî çalışmalar felce uğrar. Bu yüzden arkadaşlar arasında vuruşmalar öldürme olayları bile yüz gösterir. Servetlerinin bu yüzden kolaylıkla ellerinden çıkıp gitmesi bir çok kimseleri ümitsizliğe düşürür, intihara bile sevk eder. Nitekim bu gibi üzücü hâdiseler daima görülmektedir.

Binaenaleyh düşünen bir insan kumardan, içkiden ve bu gibi diğer yasaklardan şeylerden kaçınır, meşru kazanç yollarından birine girer, başarıyı Cenâb-ı Haktan niyaz eder. İşte selâmet ve saadet bundadır.



,



220. Dünya ve âhiret hakkında. Ve sana yetimlerden soruyorlar. De ki: Onlar için ıslâhta bulunmak hayırlıdır. Onlar ile beraber bulunursanız onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah Teâlâ ise bozan ile ıslâh edeni bilir. Ve Allah Teâlâ dilese idi sizleri elbette meşakkate uğratırdı, şüphe yok ki Allah Teâlâ azizdir, hakimdir.

220. Bu âyeti kerime düşüncenin mahallini ve yetimlerin hukukuna nasıl riayet edileceğini göstermektedir. Rivayete göre ashabı kiramdan bazıları yetimlerin mallarına tecavüzün büyük bir zulm, bir günah olduğuna dair bazı Kur'ânİ açıklamaları öğrendikten sonra büyük bir endişeye düşmüşler, Rasûli Ekrem'e müracaat ederek bu hususta nasıl hareket edeceklerine dair bilgi almak istemişler. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuştur. Bundan evvelki âyeti celile ile ilgisi vardır. Buyrulmuş oluyor ki: Habibim!. (Dünya ve âhiret hakkında) tefekkür edersiniz. Yani: Dünyanın sonlu ve âh i ret in sonsuz olduğunu düşünür de ona göre Allah yolunda fakirlere ve zayıflara yardımda bulunursunuz. (Ve sana yetimlerden de soruyorlar) onların idaresine, muhafazasına, mallarının tasarrufuna dair senden bilgi almak istiyorlar. Onlara (de ki: Yetimler için İslahta bulunmak) onları koruma altına atmak, mallarını artırmak onlardan kaçınmanızdan (hayırlıdır.) Binaenaleyh (onlar ile beraber bulunursanız) onlar ile birlikte yaşar, mallarını mallarınıza katar, aranızda bir yardımlaşma meydana getirirseniz bu da uygundur. Çünkü (onlar) yabancı değil (sizin) din (kardeşlerinizdir). Öyle birlik ve beraberlik içinde bulunmak ise kardeşliğin sânından dır. Bununla beraber (Allah Teâlâ, bozan ile ıslâh edeni bilir.) Yetimler hakkında kimin ıslah edici şekilde çalışıp, çalışmayacağını da bilir, ona göre mükâfat ve ceza verir. (Ve Allah Teâlâ) böyle müsaade buyurmayıp zorluklar (dileseydi sizleri elbette meşakkate uğratırdı.) Yetimler ile birlikte bulunmanızı, onların mallarında hiç bir şekilde tasarruf etmenizi caiz görmezdi. (Şüphe yok ki Allah Teâlâ azizdir) her şeye kadirdir, sizleri sıkıntıya sokmaya da, sizlere kolaylık bahsetmeye de fazlasıyla kudreti vardır. Ve (hekimdir) hikmetin gereği ve menfaat ne ise ona göre hükmeder. Buna inancımız tamdır!.









221. Müşrikleri imân edinceye kadar nikâh etmeyiniz. Elbette mü'min olan bir câriye, bir müşrik kadından hayırlıdır. İsterse müşrik kadın sizin hoşunuza gitsin. Ve müşrik erkeklere de imân etmedikçe -müslüman kadınları- nikâh ettirmeyiniz. Elbette bir mü'min köle, bir müşrikten hayırlıdır. İsterse o müşrik hoşunuza gidecek olsun. Onlar -o müşrik erkek ve kadınlar, insanı- ateşe davet ederler. Allah Teâlâ ise kendi izniyle cennete ve mağfirete davet buyurur. Ve insanlara âyetlerini açıkça bildirir, ta ki öğüt alsınlar.

221. Bu âyeti kerime, müslümanların kimler ile aile kurup kuramayacaklarını göstermektedirler. Rivayete göre İslâm'ın başlangıcında müslümanlar, Müslüman olmayanlar ile de evlenebilmekteydiler. Hür olan erkek ve kadınlar köle ve câriye olanlardan üstün bulunuyorlardı. Ashabı kiramdan Abdullah Ibni Revaha -radiyallahü anh- müslüman bulunan bir cariyesini hürriyetine kavuşturmuş, sonra da onunla evlenmişti. Bazı kimseler bunu garip görmüşler, bir çok hoş ve güzellik, veya servet sahibi gayri müslim hür kadınlar bulunurken neden bu azatlısı kadınla evlendi demişlerdi. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuştur. Buyruluyor ki: Ey müslümanlar!. (Müşrik kadınları) yani kâfir olan kadınları onlar (imân edinceye) Islâmiyeti kabul eyleyinceye (kadar nikâh etmeyiniz.) Onlar ile evlenmeyiniz. (Elbette mü'min olan bir câriye) bir İslâm kadını (bir müşrik kadından hayırlıdır, velevki, müşrik kadın) güzelliği, serveti ve dünya ile ilgili bilgisi sebebiyle (sizin hoşunuza gitsin ve) mutlak olarak (müşrik) gayri müslim (erkekler de imân etmedikçe) Islâmiyeti kabul eylemedikçe müslüman kadınlarını onlara (nikâh ettirmeyiniz.) Bunlar gerek kitap ehlinden olsun ve gerek olmasın eşittir. Bunlar ile müslüman kadınlarının evlenmesi katiyyen ve icma ile caiz değildir. (Elbette bir mü'min köle, bir müşrikten hayırlıdır.) Bir mü'min kadının, bir mü'min köle ile olsun evlenmesi her halde bir gayri müslim ile evlenmesinden son derece faydalıdır. (Velev ki o müşrik) malı, güzelliği ve makamı itibariyle sizi kendisine bağlamış olsun, sizin (hoşunuza gidecek olsun.) Bu fâni, geçici bir varlığın ne kıymeti vardır?. Asıl istikbali düşünmeli. (Onlar) o müşrik erkekler ve kadınlar insanı (ateşe) cehenneme (davet ederler.) Onlar kendi arkadaşlarını aldatmaya çalışır, kendi kötü inançların onlara da aşılamak ister, netice de onları imanlarından mahrum bırakarak ebedî zarara ve felâkete sevketmiş olurlar. Artık onlar ile aile kurmak uygun mudur? (Allah Teâlâ ise) kulları hakkında pek merhametlidir. Onlara selâmet ve saadetlerine vesile olacak yolları gösterir. Bütün kullarını (kendi izniyle) kendi ilâhî iradesiyle kendi ilâhî emriyle (cennete ve mağfirete davet buyurur.) Güzel amellerde bulunmalarını, meşru şekilde aile kurmalarını emr ve ferman buyurur ki bu sayede cennete lâyık ve mağfirete aday olabilsinler. (Ve insanlara âyetlerini) dinî hükümleri, yüksek hikmetleri kapsayan Kuran âyetlerini (açıkça bildirir, ta ki öğüt alsınlar) onları hatırlasınlar, icabına göre amel ederek, cennete, mağfirete kavuşsunlar.

§ Bu âyeti kerimenin hükmü, bütün gayri müslimleri kapsar. Şöyle ki: Islâmiyete göre müşrik, İslâm dinini kabul etmeyip Cenâb-ı Hakka açıkça veya dolaylı olarak ortak koşan kimsedir. Bu itibarla müşrikler iki kısımdır. Bir kısmı görünüş itibariyle ve gerçekten müşrik olanlardır. Bunlar Allah Teâlâ'ya açıktan ortak koşan, putlara, insanlara tapan mecusiler, putperestler gibi kimselerdir. Diğer bir kısmı da görünüşte olmasa da hakikaten müşrik olan kimselerdir. Bunlar da İslâm dinini kabul etmeyip peygamberin bir takım mucizelerini ve özellikle Kuran-ı Kerimi inkâr eden, bunları insanlık eserlerinden sayan, bu itibar ile insanları da bu hârikalar hususunda Allaha ortak kabul etmiş olan kimselerdir. İşte yahudiler ile hıristiyanlar bu kabildendirler. Özellikle bunlar Allaha oğul isnat etmiş ve teslise inanmışlardır.

Binaenaleyh bir müslüman kadının bunlardan biri ile evlenmesi de kesinlikle haramdır. Bu haramlık, bu âyeti kerime ile ve diğer âyetler ve hadisler ile muhammed ümmetinin ittifakı ile sabittir. Şu kadar var ki: Kendilerine kitap ehli denilen ve görünüşte müşrik olanlardan farklı görülen yahudî ve hıristiyan kadınlarının iffetli

olanları ile müslüman erkeklerin evlenmeleri: = Daha önce kendilerine kitap verilenlerden

iffetli kadınlar da size helâldir. (Maide, 5/5)) âyeti kerimesi ile caiz görülmüştür. Aile hayatında asıl hakimiyet erkek tarafında olduğundan böyle bir kitap el

kadının fazla tesiri olamıyacağı cihetle bu evlilik caiz görülmüştür. Nitekim

= Erkekler kadınların yöneticisidir. (Nisa,4/34) âyeti kerimesi de buna işaret buyurmaktadır. Bununla beraber fazla bir lüzum görülmedikçe bir mü s l uman in bir gayri müslim kitap ehli kadınla evlenmesi pek uygun değildir. Onun aile hayatında, özellikle çocukları üzerinde hoş olmayan telkinler! görülebilir. Fakat böyle bir nikâh, onun sonradan Islâmiyeti kabul etmesine bir vesi! olursa o zaman takdire şayan bulunur. Artık bu hususta ileri görüşlü hareket etmek lâzımdır.





222. Ve sana hayz halinden soruyorlar. De ki: O bir pis şeydir. Artık hayz zamanında kadınlarınızdan çekiliniz. Ve onlara temizleninceye kadar yaklaşmayınız. Fakat iyice temizlendikleri vakit onlara Allah'ın size emrettiği yerden varın. Şüphe yok ki Allah T e âlâ çok tövbe edenleri sever ve çok temizlenenleri de sever.

222. Bu âyeti kerime, hayz halindeki karıkocalık vazifesini bildirmektedir. Rivayete göre cahiliye Arapları hayz halindeki eşleri ile beraber bir yerde durmaz onlar ile berber yemek yemezlerdi. Yahudiler ile mecusilerin âdetleri de böyle imiş. Hıristiyanlar ise bu halde de karıylarıyla cinsî münasebette bulunurlarmış Bunların bu halleri ise ifrat ve tefritten ibarettir. Bu âyeti kerime ise müslümanlara makul ve orta bir yol gösteriyor. Şöyle ki: Resulüm (Sana hayz halinden soruyorlar.) Bu âdet halinde kadınlar ile ne yapılabilir diye senden bilgi almak istiyorlar. Onlara (de ki: O) hayz veya onun mahalli (bir pis) temiz olmayan nefreti çeken, kötü kokulu (şeydir.) Bu tabiatiyle böyledir. (Artık hayz zamanında kadınlarınızdan çekiliniz.) Yani onlar ile cimada bulunmayınız. Bu uzaklaşma, bu çekilme cima etmekten kinayedir. Bu muameleyi böyle kinaye tarzı ile açıklamak, Kur'ân'ın nezaketi gereğidir. Yoksa bu halde başka yerlerde bulunmak lâzım değildir. Bunu, Rasûli Ekrem Hazretleri bir sorana karşı açıklamıştır. (Ve onlara temizleninceye kadar yaklaşmayınız.) Yani onlar ile cimayı bu müddet içinde terk ediniz. Bu da bir tekit makamında bulunmuştur. (Fakat iyice temizlendikleri vakit) yani âdet hali tamam olup yıkanılınca (onlara) zevcelerinize (Allah'ın size emrettiği yerden) yani size helâl kılmış olduğu tenasül organından (varın). Başka tarafa meyi etmeyiniz. İnsanlık icabı günahkâr olmuş bulunur iseniz hemen tövbe ederek Cenâb-ı Haktan aflar niyaz ediniz. (Şüphe yok ki Allah Teâlâ çok tövbe edenleri sever.) Onlara af ve keremde bulunur. (Ve çok temizlenenleri de sever) Kötü olan şeylerden çirkin nesnelerden beri olan, kaçınan kullarını lütuf larına ulaştırır. İşte adetli iken yaklaşmak veya aksi taraftan cinsel ilişkide bulunmak de bu kötü şeylerden sayıldığından bunlardan kaçınmanın Allah'ın sevgisine kavuşmaya bir vesile olacağına işaret buyrulmuş oluyor.





223. Kadınlarınız sizin için bir ekin mahallidir. Binaenaleyh bu ekin yerinize nasıl isterseniz varın ve kendiniz için -güzel ameller- takdim edin. Ve Allah Teâlâ'dan korkunuz. Ve biliniz ki sizler şüphesiz onun huzuruna varacaksınızdır. Ve mü'minleri müjdele.

223. Bu âyeti kerime de, cinsel ilişkinin meşru şekline işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey müslümanlar!. (Kadınlarınız) zevceleriniz (sizin için bir ekin mahallidir.) Evlât yetiştirmek için bir ziraat yeri mesabesindedir. (Binaenaleyh bu ekin yerinize) bu çocuk yetiştirecek mahalle, yani tenasül organına (nasıl isterseniz varın) yatarken, otururken, ayakta dururken ve bacakları arasından varabilirsiniz. Elverir ki ekin mahalli olan organa yaklaşmış olasınız, aksi bir harekette bulunmayasınız. (Ve kendiniz için) güzel ameller (takdim edin) meselâ yaklaşmadan evvel besmele-i şerifeyi hatırlayınız, hayırlı evlada Kavuşmayı Cenab'ı Haktan dileyin. Öyle yalnız nefsanî arzularınızı tatmin etmek, davranışınızın gayesi olmasın. (Ve Allah Teâlâ'dan korkunuz.) Günahlardan kaçınınız. Özellikle haram olan yaklaşmalardan kaçınınız. (Ve biliniz ki sizler şüphesiz onun huzuruna varacaksınızdır.) Öldükten sonra tekrar hayat bularak mahşer yerine gideceksiniz. Dünyadaki amellerinizden sorumlu olacaksınız. Dünyada iken meşru şekilde hareket eden, hayırlı amellerde bulunanlar ise nice, ebedî nimetlere kavuşacaklardır. Artık Habibim!. O gibi korunan ve iyi hal sahibi olan (mü'minleri) Allah'ın lütfuna ebedî nimetlere ulaşmakla (müjdele) onlara müjde ver. Ne yüce bir başarı.

§ Havz: Bir kadının döl vat ağı denilen rahminden belirli müddetler içinde gelen kandır. Buna "âdet hali" denir.



§ Kadınlar en az 9 yasında akıl baliğ olup âdet görmeğe başlarlar, elli veya elli be; yaslarında da "sinni iyas" denilen bir (ağa kavuşup âdetten kesilirler. Bu müddetten daha evvel âdeften kesilen kadınlar da vardır.

§ Adet, müddetinin en azı 3 gündür. En çoğu da on gündür. Bu müddet arasında görülen kanlar âdet kanı sayılır. Bu arada gelmediği günler de olabilir.

§ Adet gören bir müslüman kadını namaz kılamaz, oruç tutamaz, Kurân-ı Kerim'den velev bir âyet olsun okuyamaz. Yalnız dua âyetlerini dua maksadiyle okuyabilir. Ve la ilahe illallah ve sübhanellâh diyebilir. Kur'ân-ı Kerime ve Kur'ân yazılı bir levhaya el dokunduramaz. Mescitlere giremez, Kâbe'i Muazzama'yı tavaf edemez, kocası ile cinsî münasebette bulunamaz. Ve kocası kendisinin göbeği altından diz kapakları altına kadar olan uzuvlarından çıplak olarak -velev şehvetsiz olsun-faydalanamaz. Bunlar haramdır. Giyimli bulunduğu takdirde ise elmanın dışında başka bir şekilde istifade edebilir. Ve beraber yatıp kalkmaları beraber yemek yemeleri de helâldir.

§ Adet gören veya lohusa olan bir kadın kılamadığı farz namazları sonradan kaza etmez. Fakat tutamadığı ramazan oruçlarını kaza eder. Çünkü oruçlar namazlar tadar tekrar etmez.

5 Hayz ile nifas hallerinin azami müddeleri geçince daha yıkanmadan da kadınlık muamelesi helâl olur. Bu müddetten evvel kesilmiş olursa hemen helâl olmaz. Bu takdirde kadın ya yıkanmış olmalı, veya üzerinden bir namaz vakti geçmelidir veya bir özürden dolayı teyemmüm edip onunla velev nafile olsun bir namaz kılmış bulunmalıdır ki kendisiyle kocasının cima etmesi helâl olsun.







224. Ve Allah Teâlâ'yı yeminlerinize engel kılmayınız ki günahtan beri olasınız. Ve konmasınız. Ve insanların arasını ıslâh edebilesiniz. Ve Allah Teâlâ işiticidir, bilicidir.

224. Bu âyeti kerime, lüzumsuz yere yapılacak yeminlerin zararlarını gösteriyor. Rivayet olunuyor ki: Ashabı kiramdan bâzıları bâzı kimselere yardım etmeyeceklerine veya aralarını İslaha çalışmayacaklarına dair yemin etmişlerdi. Böyle bir yemin ise bir hayırlı harekete bir engel teşkil etmiş oluyordu. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil oldu. Buyrulmuş oluyor ki: Ey müslümanlar! (Ve) bir de (Allah Teâlâ'yı yeminlerinize engel kılmayınız.) Vallahi şunu yapacağız veya yapmayacağız diye yemin edip durmayınız. (Ki günahtan beri olasınız.) Çünkü bu yemine uymadığınız takdirde sözünüzde durmamış olursunuz, bundan sorumlu olursunuz. Halbuki yemin etmemiş olunca böyle bir sakınca bulunmamış olur. Ve yemin etmeyiniz ki (konmasınız.) Meselâ yemin edip te sonra da ona aykırı harekette bulunursanız korunmadan mahrum kalırsınız. Halbuki öyle bir yemin bulunmayınca korunmanız bozulmuş olmaz. İşte yemin etmeyiniz ki, (insanların arasını Islâh edebilesiniz.) Meselâ bir hâdiseden gücenmiş olup ta bir aile arasını Islâh etmeye çalışmayacağına yemin eden kimse böyle pek insanî bir vazifeden mahrum kalır. Fakat yemin etmemiş bulunur da bu vazifeyi yaparsa elbette sevap kazanır. (Ve Allah Teâlâ işiticidir.) Sizin bütün sözlerinizi, yeminlerinizi işitir. Ve (bilicidir) bütün hallerinizi bilir. Artık ona göre ileri görüşlü olarak hareket ediniz. Lüzumsuz yeminlerden sakınınız.







225. Allah Teâlâ sizleri kasıtsız yeminlerinizden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat sizleri kalblerinizin kazandığı şey ile sorumlu tutar. Ve Allah Teâlâ bağışlayan, esirgeyendir.

225. Bu âyeti kerime de, yeminlerin çeşitlerine işaret etmektedir. Buyrulmuş oluyor ki: Ey müslümanlar!. (Allah Teâlâ sizleri yeminlerînizdekî kasıtsız yanılma) kabilinden olan bir yemin (den dolayı sorumlu tutmaz) Bunun için sizi mesul tutmaz (Fakat sizleri kalblerinizin kazandığı şey ile) kasden yapıp ta bozduğunuz yani yerine getirmediğiniz yeminden dolayı (sorumlu tutar ve) biliniz ki (Allah Teâlâ bağışlayıcıdır.) Kasıtsız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutmayıp af eder ve (esirgeyendir), cidden yaptığınız yeminlerden dolayı hemen sizi sorumlu tutmuyor ve tövbe etmenize zaman veriyor. Artık ona göre hareketiniz! düzenleyiniz.

§ Yeminin mahiyeti: Yemin lügatte kuvvet manasınadır. Dinen: "Bir işi yapmak veya yapmamak hususunda niyet veya iddiaya kuvvet vermek için Allah Teâlâ adına yapılan yemin veya boşamak, azad etmek gibi bir şeye bağlamak suretiyle yapılan and demektir. "Vallahi şöyle yapacağım, şu işim olursa kölem azat olsun" denilmesi gibi.

§ Allah adına yapılan yeminler, üç kısımdır: Birincisi "Lağiv yemini"dir. Bu, yanlışlıkla veya doğru olduğu zanniyle yapılan yemindir. Bir kimsenin başka bir şey söylemek isterken kasıtsız olarak "Vallahi" diye yemîn etmesi gibi. Aynı şekilde bir şahsın borcunu ödememiş olduğu halde ödemiş olduğunu sanarak "Vallahi borcumu ödedim" demesi gibi. İşte bu tür yeminler affedilmiştir. İkincisi: "Münakide Yemini'dir. Bu mümkün ve geleceğe ait bir şey hakkında yapılan yemindir. Meselâ: "Bir kimse, ben Vallahi yarın geleceğim" veya "Vallahi ben filân kimse ile konuşmayacağım" dese bu tür bir yeminde bulunmuş olur. Binaenaleyh bu sözünde durursa kendisine keffâret lâzım gelmez. Fakat durmazsa, meselâ: O gün gitmezse veya o kimse ile konuşursa yeminini bozmuş olduğundan üzerine yemin keffareti lâzım gelir. Üçüncüsü de: "Gamüs Yemini'dir. Bu da yalan yere kasden yapılan yemindir. Meselâ bir kimse borcunu vermediğini bildiği halde "Vallahi borcumu verdim" dese böyle bir yeminde bulunmuş olur. Bunun günahı pek çoktur. Buna keffâret yeterli olmaz. Bundan dolayı tevbe edip af dilemelidir. Ve bir kimsenin hakkına dokunmuş ise onu da telâfiye çalışmalıdır. Böyle bir yemin, sahibinin her türlü felâketine sebep olabilir. Bundan çok sakınmalıdır.

§ Yemini münakideden dolayı lâzım gelen keffârete gelince bu yemine riâyet etmiyen kimse eğer mümkün ise müslim veya gayrimüslim bir köle veya câriye azat eder. Veya 10 fakiri akşamlı sabahlı doyurur veya 10 fakire orta halde birer parça elbise veya fitr sadakası miktarınca birer şey verir. Bunlardan birine güç yetiremeyince de 3 gün peşpeşe oruç tutar.







226. Eşlerine yaklaş mam ağ a yemin edenler için dört ay beklemek vardır. Eğer bu yeminlerinden dönerlerse şüphe yok ki Allah Teâlâ bağışlayan, merhamet edendir.

226. Bu âyeti kerime, eşlere yaklaşmamak üzere yapılan bir yeminden dönmenin ve rahmete vesile olduğuna ve aile hayatını devam ettirmenin makbuliyetine işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: (Eşleriyle cimada bulunmayacaklarına yemîn edenler) meselâ: "Ben Vallahi eşim ile cimada bulunmayacağım" veya "Allah'a yemin ederim ki karıma 4 ay yaklaşmayacağını" veyahut "Eşim ile cimada bulunursam kölem azat olsun" diye and içenler (için dört ay beklemek) müddeti (vardır). Bu müddet içinde yaklaş mazlarsa yeminleri bozulmuş olmaz. Kendilerine keffâret ve başka şey lâzım gelmez. (Eğer bu yeminlerinden dönerlerse) yani daha 4 ay tamam olmadan eşleriyle cinsel ilişkide bulunurlarsa artık aralarında boşanma meydana gelmez. (Şüphe yok ki Allah Teâlâ bağışlayıcıdır) bu yemini bozduklarından dolayı onları sorumlu tutmaz. Ve Cenâb-ı Hak (merhamet edicidir) onların bu hususta verecekleri bir keffâret ki, ileride açıklanacaktır, onların sorumluluktan kurtulmalarına ilâhî bir rahmet eseri olarak yetecektir.







227. Ve eğer boşamaya kesin karar verirlerse muhakkak yüce Allah işitendir, bilendir.

227. Bu âyeti kerime eşlere yaklaşmamak üzere yapılan yeminden dönülmediği takdirde boşamanın meydana geleceğini göstermektedir. Şöyle ki: Cinsel ilişkide bulunmamaya yemin edenler eğer bunda sebat gösterir (ve eğer boşamaya kesin karar verirlerse muhakkak Allah T e âlâ işitendir) onların bu husustaki sözlerini işitir ve (bilendir) onların maksatlarını bilir. Artık boşamak ta, evliliği devam ettirmek te güzel bir maksada dayanmış olmalıdır ki manevî sorumluluk gerektirmesin.

§ İlânın mahiyeti: ilâ lügatte yemin etmektir. Istilâhta: Eşe yaklaşmamak üzere yapılan yemindir. Üç kısma ayrılır. Biri geçici ilâdır. Bu dört ay, 8 ay gibi bir müddetle kayıtlanmış olan ilâdır. Diğeri: Müebbet ilâdır. Bu, ebediyyen yaklaşmamak üzere yapılan ilâdır. Üçüncüsü de: Meçhul ilâdır. Bu da bir müddet zikredilmeksizin, meselâ "Yemin olsun ki ben sana yaklaşmayacağım" diye yapılan ilâdır.

§ İlânın hükmüne gelince, eğer bunda sebat edilir de dört ay yaklaşılmadan geçerse bir bain talak meydana gelir. Cenab'ı Hakka yemin suretiyle olduğu halde daha 4 ay geçmeden cinsel ilişki vuku bulursa yemin keffareti lâzım gelir. Ve eğer bir şeye bağlamak suretiyle yapılıp ta 4 ay geçmeden cima yapılırsa o kendisine bağlanılan şey lâzım gelir. Meselâ: Cinsel ilişkide bulunursam fakirlere 1000 lira sadaka vereyim denilmiş ise bunu sadaka olarak vermek lâzım gelir.

§ Eşe yaklaşmama hakkında yapılan yeminden dönmeye de (Pey') denilmiştir.









228. Boşanmış kadınlar kendi nefîsleri için üç hayz müddeti beklerler. Onların rahimlerinde Cenâb-ı Hakkın yaratmış olduğu şeyleri gizlemeleri, onlara helâl olmaz. Eğer onlar Allah Teâlâ'ya, âh i ret gününe imân etmişler iseler. Ve onların kocaları eğer ıslâh etmek kasdinde bulunurlarsa o bekleme zamanında o eşlerini geri almağa çok haklıdırlar. Kadınların lehinde de onların aleyhlerindeki meşru hakka benzer bir hak vardır. Fakat erkekler için kadınlar üzerine bir derece fazla hak vardır. Ve Allah Teâlâ azizdir, hakimdir.

228. Bu âyeti kerime, boşama hadiseleri hakkındaki bazı hükümleri kapsamaktadır. Buyrulmuş oluyor ki: (Boşanmış kadınlar) yani; âdet gören ve kendileriyle kocaları cinsel ilişkide bulunmuş ve hür olan kadınlar kocaları tarafından boşaltılınca (kendi nefîsleri için üç hayz müddeti beklerler.) Bu müddet bilmedikçe başkalarıyla evlenemezler. (Onların rahimlerinde Cenâb-ı Hakkın yaratmış olduğu) hayz gibi çocuk gibi (şeyleri gizlemeleri) bu suretle bir an evvel iddetten kurtulmak veya dönme hakkını iptal etmek istemeleri (helâl olmaz.) Meselâ: Henüz âdet hali devam ederken bunun nihayet bulduğunu söylemek doğru olmaz. Çünkü bu halde kocanın dönmeye selahiyeti kalmamış olur. Bilâkis âdet hali nihayet bulduğu halde henüz devam ediyor denilirse koca eşine dönerek gayri meşru bir evlilik hayatı meydana gelmiş olabilir. Binaenaleyh (eğer onlar) o boşanmış kadınlar (Allah Teâlâ'ya ve âhiret gününe imân etmişler ise) öyle hakikati gizlemeğe, tersini iddiaya cür'et edemezler. Allah'ın azabından korkarlar. (Ve onların kocaları eğer islâh etme kasdinde bulunurlarsa) yani barışmak ister, iyilikte bulunmak arzusunda bulunurlarsa (o bekleme zamanında) henüz hayz hali devam ediyorken (o eşlerin!) dönmek suretiyle (geri almağa) nikâhlarında tutmaya (çok haklıdırlar.) Bu onların selâhiyetleri cümlesindendir. Bu suretle aile hayatı dağılmaktan kurtulmuş olur. Bununla beraber (kadınların lehinde de onların aleyhlerindeki meşru hakka benzer bir hak vardır.) Kocalarından nafakalarını, ikametgâhlarını isteyebilirler. Kocaları onlara zarara sokamaz, haklarında güzelce muamelede bulunurlar. Bu, İslâm terbiyesinin gereğidir.

Nitekim bir hadisi şerifte: Mü'minlerin imân itibariyle en mükemmel olanı, onların ahlâkça en güzel olanıdır. Ve sizin en hayırlınız, kadınları için en hayırlı olanınızdır" buyrulmuştur.

(Maamafih erkekler için kadınlar üzerine bir derece fazla hak vardır.) Çünkü erkekler daha fazla sıkıntıya katlanmaktadırlar. Eslerinin mehillerini, nafakalarını vermekle mükellef bulunmaktadırlar. Yurtlarını, varlıklarını korumak ve müdafaa etmekle görevi idirler. Ve nisbeten nefislerine daha fazla hakimdirler. (Ve Allah Teâlâ azizdir) ilâhî hükümlerine muhalefet edenlerden intikam almaya gücü yeter. (Hekimdir) bütün şer'î hükümleri hikmet ve menfaat gereğidir. Binaenaleyh her halde bunları tatbik etmek icap eder.









229. Boşama iki keredir. Artık ya iyilik ile tutmaktır veya güzellikle salıvermektir. Ve onlara verdiklerinizden bir şey almanız sizlere helâl olmaz, meğer ki koca ve karı ilâhî hudutta Allah'ın hududunda duramayacaklarından korksunlar. Eğer siz de onların Allah'ın sınırlarında duramayacaklarından korkarsanız o halde

229. Bu âyeti kerîme, boşamanın sayısını ve evlilik haklarına saygının lüzumunu göstermektedir. Rivayete göre vaktiyle bir kimse eşini birçok defa boşayabilir ve iddeti bitmeğe yaklaştı mı müracaat ederek onu tekrar tekrar nikâhı altına alırdı. Belli bir sayı yoktu. Bu âyeti kerime ise, boşamanın sayısını sınırlamıştır, şöyle ki: (Boşama iki keredîr.) Yani: Eşi boşama hakkında insanî olmayan muamelede bulunmayı? ya iddetini bitirerek veya üçüncü bir talak ile boşayarak nikâh kaydından kurtulmasına müsaade edilmelidir. (Ve onlara) o boş ad iğiniz eşlerinize mehirve saire olarak (verdiğinizden bir şeyi) boşamaya karşılık olarak (almanız sizlere helâl olmaz.) Bu, insanlığa aykırıdır. (Meğer ki, onlar) koca ile karı (Allah'ın hududunda) evlilik hukuku ve bu konudaki dinî hükümler üzerinde (duramayacaklarından) bunlara riâyette bulunmayacaklarından (korksunlar.) Ey hakimler!. (Eğer siz de onların Allah'ın sınırlarında duramayacaklarından) evlilik haklarına riâyette bulunamayacaklarından bazı alâmet ve işaretlerden dolayı 'korkarsanız o halde kadının fidye olarak vereceği) yani boşanmasına karşılık olarak mihrinden veya başka

bir malından vereceği hangi bir (şeyde onların üzerine) koca ile karı hakkında (bir günah yoktur.) Bundan dolayı günahkâr olmazlar. Bu bir ( /--*->* = hule) meselesidir.

(Bunlar) bu hükümler (Allah'ın hududur.) Onun tâyin ettiği sınırlardır. (Bunlara) muhalefet suretiyle (tecavüz etmeyiniz.) Lüzumsuz yere boşamaya ve hur yoluyla ayrılmaya ve resmen ayrılmaya kalkışmayınız, evlilik hukukuna riayet ediniz. (Ve her kim Allah'ın hudutlarına tecâvüz eder) şeriatin müsaadesi dışındaki şeyleri yapmaya kalkışır (sa işte zâlim olan, onlardır.) Zulmün âhirete ait cezası ise pek büyüktür. Artık her hususta ve kısaca aile hayatı hakkında şeriatın mübarek hükümlerine riayet etmelidir.









230. Eğeronubirdaha boşarsa artık bundan sonra ona helâl olmaz. Ta ki ondan başka bir kocaya varsın. Bu da onu boşarsa Allah'ın hudutlarına riayet edeceklerini zannettikleri takdirde onunla evvelki kocasının yeniden evlenme akdi yapmalarından dolayı kendileri için bir günah yoktur. İşte bunlar Allah'ın hududur. Bunlar bilen bir kavm için beyan buyurur.

230. Bu âyeti kerime, üç talâk hakkındaki şer'î hükmü beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Eğer) bir erkek (eşini) iki talaktan sonra (bir daha boşarsa) veya üç talâkı birden yaparsa (artık bundan) bu tam olan üç talaktan (sonra) bu kadın (ona helâl olmaz.) Nikâh yenileyemezler. (Ta ki) o kadın (ondan) o kendisini böyle boşamış olan kocasından (başka bir kocaya varsın) ve aralarında isterse bir defa olmak üzere cinsel temas meydana gelsin (Bu da) bu ikinci kocada (onu) o kadını (boşarsa) veya bu ikinci koca vefat ederse ve bu iki takdire göre boşama ve vefat iddeti sona ererse bakılır. (Allah'ın hudutlarına) Cenâb-ı Hakkın tâyin buyurmuş olduğu karı-koca hukukuna (riâyet edeceklerini zannettikleri takdirde onunla) o üç talâk ile boşanmış olan kadınla (evvelki kocasının) o üç talâk yapan eski kocasının (yeniden evlilik akdi yapmalarından dolayı kendileri için bir günah yoktur.) Bu bir ilâhî izindir. Yeter ki karı-koca hukukuna artık riayet etsinler. (İşte bunlar) bu zikredilen hükümler

(Allah Teâlâ'nın hudududur.) Saldırılma ve muhalefetten uzak olan dini hükümleridir. Hak Teâlâ (bunları bilir bir kavm için beyan buyurur.) Zira Cenab'ı Hakkın bu gibi hikmetli hükümlerini ancak düşünen, inanan ve bilgili olan zatlar hakkıyla anlar ve icabına göre hareket etmeyi bir yüce vazife kabul eder.







231. Ve kadınları boşadığınızda, onlar da adetlerinin sonuna yaklaşınca artık onları ya iyilikle tutunuz veya iyilikle salıveriniz. Onları haklarına tecavüz için zararlarına olarak tutuvermeyiniz. Bunu her kim yaparsa muhakkak nefsine zulüm etmiş, olur. Ve Allah Teâlâ'nın âyetlerini eğlence yerine tutmayınız. Ve Allah Teâlâ'nın üzerinize olan nimetlerini ve sizlere indirip kendisiyle öğüt verdiği kitabı ve hikmeti hatırlayınız. Ve Hak Teâlâ'dan korkunuz. Ve biliniz ki Allah Tealâ şüphesiz her şeyi hakkıyla bilicidir.

231. Bu âyeti, kerime boşanmış kadınlar hakkında yapılacak güzel muameleyi göstermektedir. Ve boşamada şakanın caiz olmadığına da işaret etmektedir. Şöyle ki: Ey müminler!. (Ve) bir de (kadınları) bir veya iki ric'î talakla (boşadığınızda, onlar da iddetlerinin sonuna yaklaşınca artık onları) ya dönerek nikâhınızda (iyilik ile) haklarında güzelce muamele yaparak (tutuveriniz) tekrar boşamaya kalkmayınız (veya iyilikle salıveriniz) iddetleri bitip sizinle evlilik bağları kalmasın ve hak etmiş oldukları mihirlerini ve iddet nafakalarını güzelce verip haklarını gizlemeyiniz. (Onları haklarına tecavüz için) meselâ: Onlardan bir karşılık almak, onları hul yoluyla yani karşılık vererek boşanmaya mecbur etmek için (zararlarına olarak) geçici dönüş gibi bir sebeple nikâhınızda (tutuvermeyiniz. Bunu) bu zarar verici muameleyi (her kim yaparsa muhakkak) kendi nefsine (zulmetmiş olur.) Kendisini Allah'ın azabına uğratmış olur. (Ve Allah Teâlâ'nın âyetlerini) şer'î hükümlerini (eğlence yerine tutmayınız) meselâ: Eşleriniz! boyadığınız halde bir lâtife yaptık, şaka yaptık demeyiniz. Çünkü boşamada şaka olmaz. Nitekim bir hadisi şerifte buyrulmuştur ki, üç şey vardır ki onların gerçeği de gerçektir, şakası da gerçektir: Onlar ise boşama ile nikâh ve geri dönmedir. (Ve Allah Teâlâ'nın üzerinize olan nimetlerini) Kısacası müslüman, ve Muhammed ümmetinden olma şerefine eriştiğinizi (ve sizlere indirip kendisiyle öğüt verdiği) bütün vazifelerinizi, selâmetinize vesile olacak şeyleri sizlere iyilikseverlikle bildiren (kitabı) Kur'ân'ı Kerim'i (ve hikmeti) peygamberin sünnetini (hatırlayınız.) Bunların ne kadar büyük birer nimet, birer irşad edici olduğunu düşününüz. (Ve Hak Teâlâ'dan korkunuz) onun buyurduklarına muhalefetten sakınınız. (Ve biliniz ki. Allah Teâlâ şüphesiz herşeyi bilir) onun bilmesinden hiç bir şey hariç kalmaz. Binaenaleyh sizlerin aile hayatı hakkındaki bütün yaptıklarınızı, düşündüklerinizi de hakkıyla bilir. Artık ona göre hareket ediniz.

Rivayete göre bu âyeti kerime, ensardan Sabit Ibni Yesar adındaki bir zatın bir boşama muamelesinden dolayı nazil olmuştur. Bu zat ailesini ric'İ talakla boşamış, kadın iddetini bitirmeğe yaklaşınca onu tekrar boşamış, bununla kadına zarar vermek, iddetini uzatıp onu üzüntüde bırakmak istemiş. Halbuki, bu insanlığa ve insanlık merhametine ters düşmektedir. Binaenaleyh bu gibi hareketler mü s I uman I ara yasaklanmıştır.

  Alıntı ile Cevapla