Tekil Mesaj gösterimi
Alt 30 - 06 - 2014, 14:40   #2 (permalink)
Çevrimiçi
aSpeNDos Konuyu Baslatan
Kullanıcıların profil bilgileri ziyaretçilere kapalı
Cevap: BAKARA SÛRESİ ve Tefsiri


49. Ve o zamanı hatırlayınız ki, sizi Firavun taraftarlarından kurtardık. Sizi en kötü azap ile cezalandırıyorlardı. Oğullarınızı boğazlıyorlardı, kadınlarınızı da diri bırakıyorlardı. Bunda sizin için Rabbiniz tarafından pek büyük bir imtihan vardı.

49. Bu mübarek âyetler, İsrail Oğullarına vaktiyle nail olmuş oldukları kurtuluşu, Allah'ın korumasını hatırlatıyor, düşmanlarının da nasıl helak olup gittiklerini bildiriyor, kendilerini uyanmaya davet buyuruyor. Şöyle ki. Ey İsrail Oğulları!.. (Ve) siz (o zamanı da hatırlayın ki) bir ilâhî lütuf olarak (sizi Firavun taraftarlarından kurtardık.) Yani sizin ecdadınızı Furavuna tâbi olanların ezâ ve cefâsından kurtardık. Onlar (sizî en kötü azab ile cezalandırıyorlardı.) Onlar, dedelerinizi en şiddetli işkencelere uğratıyorlardı. Onlar sizin (oğullarınızı boğazlıyorlardı.) Sülâlenizin erkek çocuklarınızı öldürüyorlardı. (Kadınlarınızı da diri bırakıyorlardı.) Kız çocuklarınızı öldürmüyorlardı. Onlar düşmanlarınız bulunuyorlardı. (Bunda) bu azapta, bu kurtuluşta ise (sizin için Rabbiniz tarafından pek büyük bir imtihan vardı.) Ta ki öyle düşmanlardan halâsınızı büyük bir nîmet bilip Cenâb-ı Hakka hamd ve şükür edesiniz. Bilahare sabredenlerin muazzam mükâfatlara nail olacaklarını bilesiniz. Artık o pek büyük tarihî yakaları güzelce düşünerek bir intibah dersi almak lâzım gelmez mi?







50. Ve hatırlayınız o zamanı ki sizin için denizi yardık da hepinizi kurtardık. Firavunun taraftarlarını da sizler bakıp dururken boğduk.

50. (Ve) Ey İsrail Oğulları! (Hatırlayınız o zamanı ki, sizin) selâmetiniz uçin denizi) Kızıl denizi (yardık da hepinizi) sizin ecdadınızı (kurtardık.) Firavunun kahrından, denizde boğulmaktan kurtardık. (Firavun taraftarlarını da) sularda (boğduk.) Hepsini hayattan mahrum bıraktık. (Bir haldeki sizler bakıp duruyordunuz.) Yani ecdadınız Firavun ile taraftarlarının nasıl boğulduklarını seyredip durmuşlardı. Yahut birbirine bakıp duruyorlardı. Artık ırkınız hakkında bu gibi nimetleri hatırlayarak Şükrünü ifaya, Allah'ın dinine uymaya çalışmalı değil misiniz?

§ Bu ilâhi açıklamalarda söyle bir uyan vardır: Bir zata veya bir kavme hayır veya ser olarak her ne isabet ederse bu Allah Teâlâ'nın sırf hikmet olan takdirine

dayanmaktadır. Binaenaleyh, o s ey hayır ise kadrini bilip şükret melidir. Ve eğer ser ise sabrederek Allah'ın korumasına sığınmalı ve islenilmiş bir kusur varsa ondan da tövbe edip peşim an olmalıdır ki, onun güzel bir inanç sahibi olduğu bu şekilde ortaya çıksın.

§ Firavun: Mısır'da yaşamış olan Amâlika hükümdarlarının unvanıdır. Bunların en son hükümdarı rüyasında görmüştü ki Beyti Martik tarafından bir ateş yönelip Mısırı kaplamış, Mısır ahalisinden olan her kıptiyi yakmış, yalnız İsrail Oğullarına dokunmamış- Firavun bu rüyasını kâhinlere söylemiş, onlar da: İsrail Oğullarından bir erkek çocuk doğacak, senin helakin ve hükümetinin yok olması onun elinde bulunacaktır. Bunun üzerine Firavun, İsrail Oğullarının her doğan erkek çocuğunu öldürtmüştü. Bunların miktarı bir rivayete göre on iki bindir. Bu yavrulardan yalnız Hz. Musa müstesna bulunmaktadır. Şöyle ki: Hz. Musa, İsrail oğulları hanedanından imran adında bir zatın oğlu olarak dünyaya geldi. Annesi bu mübarek yavrusunun Firavun tarafından öldürülmemesi için bir sandık içine koyup Nil nehrine attı. Firavunun esi Asiye ise bu fevkalâde güzel çocuğu nehirde görüp çıkarmış onu sevip himaye etmiş, onu Firavunun sarayında yetiştirmiştir. İste ilerde Firavunun helakine sebep olacak çocuk, bu melek yüzlü yavru idi. Evet!.. Bu muhterem yavru büyüdü. Hatta annesi bir süt anne olarak saraya alındı. Yavrusuna kavuşmuş oldu. Bu muhterem zat sonra da peygamberlik şerefine kavuştu. Firavuna karsı pek muazzam mucizeler göstererek onu titretti. İsrail Oğullarını Mısır'dan alıp Kenan iline çıkarmak için birçok müracaatlar neticesinde Firavundan müsaade aldı. Fakat... İsrail Oğulları toplanıp Mısırdan çıkarken Firavun pişman oldu. Onları mahvetmek için takibe başladı. Bundan kurtulmak için yeni bir mucize gerçekleşti. Şöyle ki: İsrail Oğulları kendilerini Firavunun takip ettiğini görünce heyecana geldiler. Fakat Hz. Musa bir mucize olmak üzere asasını (bastonunu) Süveyş, denizine vurdu, denizde oniki yol açıldı, İsrail Oğullarının oniki kabilesi bu yollardan sahile sağ salim çıktılar. Firavun ise askerleri ile bunları takip ederken, denizin ayrılmış olan suları tekrar birleşti, bunların yollarını kapadı, Firavun da, ordusu da suların içinde helak olup gittiler.

Bu muazzam hâdise de gösteriyor ki Allah'ın takdirine hiç bir tedbir mâni olamaz.

"Takdiri huda, kuvve i bazu ile dönmez"

"Bir şem"! ki mevlâ yaka bir veçhile sönmez"

"Allah'ın takdiri pazu gücü ile dönmez."

"Mevla'nın yaktığı mum hiçbir şekilde sönmez."







51. Ve bir vakit Musa ile Kırk geceyi vadeleştirmiştik, sonra siz zalimler olarak onun arkasından buzağıya tutunmuş idiniz.

51. Bu mübarek âyetler, İsrail Oğullarının hayat safhalarını gösteriyor. Haklarındaki ilâhî nimetlere karşı ne kadar münasabetsiz hareketlerde bulunmuş olduklarını kendilerine bir uyanma vesilesi olmak üzere hatırlatıyor. Şöyle ki: Ey İsrail Oğulları! (Ve) hatırlayınız ki (bir vakit Musa ile kırk geceyi vadleştirmiştik) yani: Musa Aleyhisselâma 40 gün 40 gece Tur dağında bulunarak bizimle konuşması ve kendisine ilâhî vahyin nüzulü için bir vaadde bulunduk. Ona böyle bir zaman tâyin ettik. (Sonra siz zalimlerden olarak onun arkasından) Hz. Musa'nın Tura gitmesini müteakip (buzağıya tutunmuş idiniz.) Buzağıyı mabud edinmiş, böyle ibâdeti yapılması gerekenden başkasına yapmakla nefsinize zulmeylemiş bulundunuz.







52. Sonra bunu müteakip sizi affettik, gerekli ki, şükredesiniz.

52. (Sonra bunu) böyle cahilce hareketiniz! (müteakip sizi) bu suçunuzu (affettik) hakkınızda afv gösterdik ve bağışladık, sizi bu putperestee hareketinizden dolayı hemen cezalandırıp mahv etmedik. (Gerekti ki) böyle bir ilâhî nîmeti elde etmenizden dolayı (şükredesiniz.) Hakkınızda tecelli eden bu afv ve keremin kıymetini takdir eyleyesiniz.







53. Ve bir vakitte Musa'ya kitap ve furkan vermiştik. Ta ki hidâyete eresiniz.

53. (Ve) gene hatırlayınız ki (bir vakitte) pek büyük ilâhî bir lütuf olarak (kitap) Tevrat'ı Şerif (ve furkan vermiştik) yani ona hak ile bâtılın, helâl ile haramın aralarını ayırmaya vâsıta olan şeyleri, özellikle âsâ (baston) gibi, beyaz el gibi, mucizeleri ihsan etmiştik. (Ta ki hidâyete eresiniz,) doğru yola gidesiniz. Bu gibi nimetlere nail olanlara lâyık odur ki bunların kadrini bilip şükrünü ifa etsinler, bunlara aykırı hareketlerde bulunmasınlar.

§ Tarihen sabittir ki İsrail Oğulları Hz. Yusuf'tan sonra Mısır'da yerleşmiş, çoğalmışlardı. Hz. Yakup ile Hz. Yusuf'un şeriatlarına tâbi bulunuyorlardı. Eski Mısır ahalisi ise kıpt kavmi olup putlara, yıldızlara tapıyorlardı, İsrail Oğulları daha sonra Hz. Musa ile ve onun kardeşi olan Hz. Harun ile beraber Mısır'dan çıkıp yolda

Amalikadan bir kavmin yurduna uğradılar. Onların öküz heykellerine taptıklarını gördüler, cehalet sebebiyle o müşrik kavmin bu hareketlerine bir eyilim gösterdiler. Hz. Musa ise Allah tarafından Tur dağına davet olmuştu. Kardeşi Harun Aleyhisselâmı yerine vekil bırakarak kendisi Tura gitti. Orada 40 gün kalıp ibâdette, duada bulundu. Orada vasıtasız olarak Cenab'ı Hakkın kelâmını işitti ve kendisine Tevrat kitabı ihsan olundu. Tih çölünde kalmış olan İsrail Oğulları ise S amiri adındaki bir münafıkın aldatmalarına kapıldılar. Samirî yanlarında bulunan altınları toplayıp eritti, bundan bir buzağı heykeli yaptı "Bu sizin ve Musa'nın mabududur" diyerek onları buzağıya taptırdı. İsrail Oğulları Harun Aleyhisselâmın nasihatlerini dinlemediler, bu cehaleti İşlediler. Musa Aleyhisselâm Tur'dan avdet edince kavminin bu müşrikçe hareketlerinden dolayı çok müteessir oldu, kendilerini kınadı. Onlar da pişman olup tevbe ettiler.

§ Hz. Musa'nın Tur'da bulunduğu müddet: Zilkade ayı ile Zilhiccenin on gününden ibarettir.







54. Ve o zamanki Musa kavmine: Ey kavmim! Buzağıya tutunmakla nefsinize zulmetmiş oldunuz. Hemen Yaratıcınıza tevbe edin, nefislerinizi öldürün. Bu sizin için rabbiniz katında hayırlıdır demişti -O Kerem Sahibi Yaratıcı da- tevbenizi kabul etmişti. Şübhe yok ki tevbeleri kabul eden rahim olan ancak Odur.

54. Bu âyeti kerime, İsrail Oğullarının bir aralık Buzağıya taptıklarını, sonra tevbe edip yaptıklarından pişman olduklarını bildirmektedir. Şöyle ki: Ey İsrail Oğulları! iVe» yine düşününüz (o zamanki Musa) Aleyhisselâm (kavmine) bir tövbe ve pişman olmaya davet için (ey kavmim!) Siz (Buzağıyı tutunmakla) hakikî mabud olan Allah Teâlaya tapacak yerde kendinize buzağıyı mabud etmekle (nefsinize zulm etmiş oldunuz.) Şüphe yok ki Allah'ı ortak koşmak en büyük bir zulümdür, en büyük bir felâkettir. (Hemen Yaratanınıza tevbe edin) nadim ve peşim an olduğunuzu arz edin. (Nefislerinizi öldürün) ebedî hayatınızı kurtarmağa çalışınız. (Bu) tövbe ve nefsi öldürme (sizin için Rabbinizin katında hayırlıdır.) Bu sebeple ilâhi azaptan kurtulmuş olursunuz, (demişti.) Bu emir ve tavsiye üzerine onlar da tevbe etmişlerdi. Binaenaleyh o Kerem sahibi yaratıcı da (tevbenizi kabul etmişti) yâni ecdadınızın o tevbeleri Allah katında kabul edilmişti. (Şüphe yok ki tövbeleri kabul eden) kulları hakkında (rahim) çok merhametli (olan ancak O'dur) o Yüce Yaratıcıdır. Artık siz de bundan ibret alınız. Hz. Muhammed'i, Kur'ân-ı Kerîm'i diğer mukaddesa dinî şeyleri tasdik ederek hakikî bir imana ve bu sayede ebedî bir selâmet ve saadete nail olunuz. Sizin için başka kurtuluş çaresi yoktur.

§ Beni İsrail'in şeriatına göre dinden dönen bir kimsenin tövbe edebilmesi için bu hareketinden pişman olup kendini öldürmesi lâzımdır. Binaenaleyh Hz. Musa'nın bu teklifi üzerine üç bin kişinin kendini öldürdüğü Tevrat'ta yazılıdır. Bizim müfessirlerin beyanlarına göre bunlar on bin kişiden ibarettir.

§ Tefsircilerin çoğunluğuna göre bu öldürmeden maksat gerçek öldürmedir, intihardır. Bazı zatlara göre de bu kendini öldürmekten maksat mecazî mânadır ki, nefsi islâh etmek, onun kötü temayüllerini gidermek, onu hayra yöneltmekten ibarettir. Fakat bu görüş asılsızdır.









55. Ve hatırlayınız ki siz: "Ya Musa! Sana îman etmeyiz Allah Teâlâ'yı aşikâr surette görmedikçe" demiştiniz de sizi yıldırım çarpmıştı. Siz ise bakıp duruyordunuz.

55. Bu mübarek âyetler, vaktiyle İsrail Oğullarının liyakatları üstünde bir talepte bulunarak imanlarındaki zayıflığı göstermiş olduklarını bildirmektedir. Ve bu yüzden bir ceza olarak hayattan mahrum kaldıklarını ve bir şükür vesilesi olmak için de tekrar hayata nail kılınmış olduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Musa bir mucize olarak mekândan ve zamandan münezzeh olan Allah Teâlâ ile konuşmak, onun emirlerini almak için Tur dağına gidiyordu. Bu mucizeyi görüp kavmine haber vermeleri için veya buzağıya tapıldığından dolayı özür dilemeleri için kavminden 70 kadar kimseyi beraber alıp götürdü. Onlar Hz. Musa ile beraber Tura gidince orasını bir bulut kapladı. Musa Aleyhisselâm onları dağın tepesine yakın bir yerde bıraktı, kendisi dağın tepesine çıktı. Cenab'ı Hak ile konuşma şerefine nail oldu. Bu yetmiş, kimse ise o konuşmayı İşittikleri halde bulut pek kesif olduğu için Hz. Musayı göremiyorlardı. Bu konuşmanın Cenâb-ı Hak ile olup olmadığında şüphe ettiler. Cenâb-ı Hakkı görmek isteme cüretinde bulundular. Bunların bu cüretini bu âyeti kerime şöyle beyan buyuruyor: (Ve) Ey İsrail Oğulları! (Hatırlayınız ki siz) yani ecdadınız (ya Musa! Sana İman etmeyiz) senin peygamberliğini, Hak T e âlâ ile konuştuğunu tasdik eylemeyiz. (Allah Teâlâ'yı) bizler (aşikâr surette görmedikçe) bizler öyle açık bir şekilde görmedikçe (demiştiniz de) bu cüretinizden dolayı (sizi yıldırım çarpmıştı) yani bir yıldırım hücum ederek o görme isteğinde bulunan ecdadınızı hayattan mahrum bırakmıştı. (Siz ise bakıp duruyordunuz) yani bir haldeki kendilerine gelmekte olan bu musibet! onlar görüp duruyorlardı.

Bunlar Hz. Musa'nın gösterdiği bir nice mucizeleri görmüşlerdi. O halde böyle bir istek ve iddiada bulunmaları büyük bir cehalet ve gaflet eseri değil miydi?







56. Sonra sizi ölümünüzü müteakip diriltmiştik, ta ki şükredesiniz.

56. (Sonra sizi) Ey İsrail Oğulları! Öyle yıldırım çarpmasiyle meydana gelen (ölümünüzü müteakip) ilâhî kudretim ile (diriltmiş) yeniden hayata nail etmiş (dik.) Hakkınızda böyle bir ilâhî lütuf cerayan etmişti. (Ta ki) bu ilâhî lütfü elde etmenizden dolayı (şükredesiniz) kulluk vazîfelerinizi ifaya çalışasınız.

§ Evet... İsrail Oğullarının bir cemaati öyle bir ölüm musibetine mâruz kalmışlardı. Hz. Musa bundan müteessir olmuş, bunların bu feci ölümünü geride kalan kavmine nasıl haber vereceğini düşünmüş, Cenab'ı Hakka tazarru ve niyazda bulunarak tekrar hayata nail olmalarını İstirham etmiş, Allah Teâlâ Hazretleri de bir yaratma harikası olmak üzere onları yeniden hayata kavuşturmuştur. Kerem sahibi Yüce Yaratıcı her şeye kadirdir. Buna inanmışızdır.







57. Ve üzerinize bulutları gölgelik kıldık. Ve üzerinize kudret helvası ile -Selva denilen- yelve kuşunu indirdik. Size rızk olarak verdiğimiz şeylerin pak -helâl-olanlarını yiyiniz -dedik-. Bize zulmetmiş olmadılar ancak kendi nefislerine zulmeder oldular.

57. Bu mübarek âyetler de vaktiyle İsrail Oğullarının nail oldukları nimetleri bildiriyor. Birçok şeylerden istifâde etmeleri için kendilerine müsaade edildiğini hatırlatıyor, buna rağmen onların muhalif vaziyet alarak pek büyük felâketlere uğradıklarını bir ibret dersi olmak üzere hatırlatıyor. Şöyle ki: (Ve) Ey İsrail Oğulları! Vaktiyle Tih çölünde (üzerinize) gamamı -ince- (bulutları gölgelik kıldık) güneşin hararetinden korunuldunuz. (Ve üzerinize) men denilen (kudret helvası İle) selva denilen (yelve) veya bıldırcın (kuşunu indirdik) bunlar ile sizi rızıklandırdık (Size rızk olarak verdiğimiz şeylerin pek -helâl- olanlarını yiyiniz -dedik-.) İçinizden bu nimetlerin kadrini bilmeyip şükrünü eda etmeyenler ise (bize zulmetmiş olmadılar. Ancak kendi nefislerine zulmeder oldular.) nimete karşı nankörlük etmekten dolayı cezayı hak ettiler.







58. Ve hani demiştik ki: Şu kasabaya girin, ondan dilediğiniz yerde bol bol yiyiniz. Kapısından secde ederek giriniz ve "hitte" deyiniz, sizin için hatalarınızı bağışlayalım. Ve iyilik edenlere -mükâfatı- daha artıracağız.

58. (Ve hani) ecdadınıza hitaben (demiştik ki: Şu kasabaya) beyti makdise veya erihaye (girin) Tih sahrasında gezip durmaktan kurtulun. (Ondan) onun meyvalarından, ürünlerinden (dilediğiniz yerde) oturup (bol bol yiyiniz.) Ve onun içine (kapısından secde ederek) mütevazi ve düşünür bir vaziyet alarak (giriniz.) Sizi bu nimete kavuşturan Rabbinize şükranlarını arzediniz. (Ve hitta) yani: Günahlarımızın, hatalarımızın affedilmesini niyaz ederiz (deyiniz.) Siz böyle yalvarınız ki (sizin için hatalarınızı bağıtlayalım) Onlar ile sizi hesaba çekmeyelim. (Ve iyilik edenlerin) ibâdet ve itaatte, Allah'ın yaratıklarına karşı lütuf ve ihsanda bulunanların (-mükâfatını- daha artıracağız.) Onların sevaplarını, nimetlerini daha ziyade kılacağız. Ne büyük bir ilâhî müjde!..







59. Fakat nefislerine zulmedenler, sözü kendilerine söylenilenden başkasıyla değiştirdiler. Biz de zulmeden kimseler üzerine yaptıkları fışıklar sebebiyle gökten korkunç bir azap indirdik.

59. (Fakat nefislerine zulmedenler) yani İsrail Oğullarından zulmeden şahıslar (sözü) hitta kelimesini (kendilerine söylenilenden başkasıyla değiştirdiler.) Hitta yerine hintai hadra = kırmızı buğday gibi bir söz söyleyerek alayımsı bir tarzda harekette bulundular. (Biz de) böyle ilâhî emre karşı gelmekle nefislerine (zulmeden kimseler üzerine yaptıkları fısklar sebebiyle) öyle itaatten ayrıldıklarından dolayı (gökten korkunç bir azap indirdik) kendilerini lâyık oldukları cezaya kavuşturduk.

§ Ricz, kelimesi lügatte: Korkunç ve pis şey, takdir edilen azap demektir. Gökter. indirilen ricz'in taun hastalığı olduğu rivayet edilmektedir ki bir saat içinde 70 bin veya 24 bin şahsın ölümüne sebep olmuştur.

Velhasıl: Bütün bu gibi felâketler, insanların yaptıkları fenalıklardan dolayı başlarına gelmiştir. Binaenaleyh tarihten ibret almalıdır. Öncekilerin faziletlerini takdir ve takip etmelidir. Kötülüklerinden de kaçınmalıdır. Onların selâmetlerine veya felâketlerine sebep olan şeyleri güzelce düşünerek uyanık bir halde yaşamağa çalışmalıdır.







60. Ve hani bir vakitte Musa, kavmi için su isteğinde bulunmuştu. Biz de aşan ile taşa vur, demiştik -o da vurunca- taştan on iki çeşme fış kırdı. Her gurup kendisinin su alacağı çeşmeyi bildi. -Biz de onlara dedik ki-: Allah Teâlâ'nın rızkından yiyiniz ve içiniz ve yer yüzünde bozgunculardan olarak haddi aşmayınız.

60. Bu âyeti kerime de Hz. Musa'nın göstermeye muvaffak olduğu mühim bir mucizeyi bildiriyor. İsrail Oğullarının da bu sayede rızıklanıp kendilerine bozguncu hareketlerin yasaklanmış olduğunu hatırlatıyor. Şöyle ki: İsrail Oğulları, Tih sahrasında susuz kalmışlardı. Mısır'daki suları, nimetleri hatırlayarak oradan ayrıldıklarından dolayı Hz. Musa'ya karşı, üzüntülerini göstermişlerdi. Bunun üzerine Musa Aleyhisselâm, Allah'ın dergâhına yönelerek kendilerine su ihsan buyurulmasını istirham etti. İşte bu mübarek âyet, bunu şöylece beyan buyuruyor: (Ve hani bir vakitde Musa, kavmi için su isteğinde bulunmuştu) yani Cenâb-ı Haktan su ve yağmur istemiş dua ve niyazda bulunuvermişti. (Biz de) yani ben Yüce Yaratıcı da ona vahye d erek (âsân ile taşa vur demiştik.) Hz. Musa da asasını taşa vurunca (taştan) İsrail Oğullarının kabileleri sayısınca (on iki çeşme fışkırdı) Bu kabileler birbirine zahmet vermeksizin (her gurup kendisinin su alacağı çeşmeyi bildi). Kendilerine tâyin edilen pınarları tanıyıp onlardan sularını aldılar, su ihtiyacından kurtuldular. Biz de onlara dedik ki: Yani haklarında şöyle bir ilâhî vahip tecelli ettik ki: Ey İsrail Oğulları!.. (Allah Teâlâ'nın rızkından yiyiniz ve içiniz.) Yani kudret helvası bıldırcın etinden yiyip bu yerden kaynayan sulardan istifade ediniz. Ve yer yüzünde bozgunculardan olarak haddi asmayınız.). Bu nimetlerin kadrini bilip şükür vazifesini yerine getirmeye çalışınız.

§ Bir gurubun baba ve dedelerinin kavuştukları nimetler, kendileri için de bir hayat kaynağı bir kurtuluş vesilesi ve bir iftihar sebebi olduğundan onlara da bunun şükrünü yerine getirmeye çalışmak lâzım gelir.

§ Asanın yere vurulması ile suların hemen fışkırması, bir mucizedir. Bu kâinatta Allah'ın kudretiyle nice mucizelerin, nice olağanüstü şeylerin zaman zaman meydana geldiğini görüp işiten hakikî aydın ve mütefekkir zatlar için bu gibi mucizeleri inkâra asla imkân yoktur.







61. Hani siz bir vakitte demiştiniz ki: Ya Musa! biz bir çeşit yemeğe elbette s ab re dem eyiz. Bizin için rabbine dua et d e yerin bitirdiği tere, hıyar, buğday, mercimek, soğandan bizim için de çıkarsın. -Musa da- demişti ki: Siz bayağı olan şey ile hayırlı olan şeyi değiştirir misiniz? Öyle ise bir kasabaya ininiz sizin için istediğiniz

şeyler -orada- vardır. Onların üzerlerine alçaklık, yoksulluk vuruldu ve Allah'ın gazabına uğradılar. Bu da şüphe yok ki Allah'ın ayetlerini inkâr, peygamberlerini haksız yere katletmeleri sebebiyle olmuştur. İşte bu ceza onların isyan etmelerinden ve haddi aşmış olmalarından dolayıdır.

61. Bu ayeti kerime de İsrail Oğullarının ne kadar nankör, isyankâr bulunmuş olduklarını ve bunun neticesinde ne kadar felâketlere maruz kaldıklarını göstermektedir. Şöyle ki: İsrail Oğulları Tih çölünde dolaşırken Hz. Musa'nın duasıyla kendilerine gökten kudret helvası, bıldırcın kuşları gibi nimetler verilmiş, yerlerden sular fışkırmağa başlamıştı. Hiç bir zahmet çekmeden bu gibi pek mükemmel nimetlerden istifade etmekteydiler. Fakat İsrail oğulları bu nimetlerin kadrini bilmediler. Mısır'daki yiyip içtikleri âdi şeyleri arzu ettiler, İşte Cenab'ı Hak bunların o halini şöylece beyan buyuruyor! (Hani siz) Ey İsrail Oğulları!., (bir vakitte demiştiniz ki ya Musa! biz bir çeşit yemeğe elbette sabredemeyiz.) Böyle bir çeşit yemek ile yetinip duramayız. (Bizim için rabbine dua et de yerin bitirdiği tere, hıyar, buğday, mercimek, soğandan bizim için de çıkarsın) biz onlar ile gıdamızı temin edelim. Bunlar adeta Mısır'dan çıkmış olduklarına pişman olmuşlardı. Firavunun kendilerine yaptığı eza ve cefâyı unutmuşlardı. Hz. (Musa da) bunların bu kıymet bilmez hallerini görünce (demişti ki: Siz bayağı olan şey ile hayırlı olan şeyi değiştirir misiniz?) Siz en hayırlı olan kudret helvası ve bıldırcın eti gibi şeyleri öyle âdi şeyler ile değişmek istiyorsunuz. Bu ne kıymet bilmezlik!.. (Öyle ise bir kasabaya ininiz). Haydi bir şehre gidiniz ki (sizin için istediğiniz şeyler) orada (vardır) o alıştığınız şeyleri orada bulabilirsiniz. Artık (onların üzerlerine) bu kötü hareketlerinden dolayı (alçaklık, yoksulluk vuruldu.) Onlara ebediyyen z el il li k ve miskinlik damgası vurulmuş oldu. (Ve Allah'ın gazabına uğradılar.) Nice milletlerin esareti altında yaşamağa mecbur oldular. (Bu da) böyle ilâhi gazaba uğramaları da (şüphe yok ki Allah'ın ayetlerini inkâr, peygamberlerini haksız yere katletmeleri sebebiyle olmuştur.) Nitekim onlar incil gibi Kur'ân-ı Kerîm gibi semavi kitaplara inanmazlar. Şa'ya, Zekeriya ve Yahya Aleyhisselâm gibi peygamberleri şehit etmişlerdir. (İşte bu ceza) onların ebediyyen zillet ve hakarete maruz kalıp durmaları kendilerinin dini hükümlere, esaslara (isyan etmelerinden) ve insanların ve bilhassa peygamberlerin hukukuna tecavüz ile (haddi aşmış olmalarından dolayıdır.) Artık bu gibi cinayetlere, İsyanla ra cüret edenler ebedi bir hüsrana maruz olmazlar mı?









62. Şüphe yok ki, mü'minler ile Yahudilerden ve Hıristiyanlar ile sabiîlerden her hangi kimseler Allah Teâlâ'ya, âhiret gününe İman edip salih amellerde bulunmuş olurlarsa onlar için rabları katında mükâfatlar vardır. Ve kendilerine asla korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmayacaklardır.

62.Bu ayeti kerime, kimlerin azaptan, felâketten emin, mükâfatlara nail olacaklarını bütün insanlığa tebliğ ediyor. Şöyle ki: Vaktiyle peygambere uyup, İman etmiş olan (mü'minler ile Yahudilerden ve Hıristiyanlar ile sabiîlerden her hangi kimseler) peygamberlerinin bildirdikleri şekilde (Allah Teâlâ'ya) onun birliğine, yaratıcılığına, i I âh lığına ve (âhiret gününe) kıyametin, mahşerin ve cennet ile cehennemin varlığına (İman edip salih amellerde) namaz, oruç, zekat gibi yapılması gereken ibadetlerde hayır ve iyiliklerde (bulunmuş olurlarsa onlar için) öyle hakikî şekilde dindar olan iyi kullar için (rableri katında mükâfatlar vardır.) Bu güzel amellerinin sevabına ulaşacaklardır. (Ve kendilerine) dünyada (asla bir korku yoktur.) Tam bir emniyet içinde yaşayacaklardır. (Ve onlar) ahirette sevaptan yoksunolma ve nimetlere erişememe sebebiyle (mahzun da olmayacaklardır.) Onlar her türlü ilâhî lutfa kavuşacaklardır. İşte hakikî İmânın mükâfatı!..

Evet... Bu ayeti kerime de gösteriyor ki: Her hangi bir insan, Allah'ın azabından emin ve geleceğinin güvenli olması için hakikî bir dine bağlanmış, olması lâzımdır. Vaktiyle her hangi bir peygamberin tebliğlerine uyanlar o peygamberin ümmetinden sayılmış, ve hak dine sahip bulunmuşlardır. Bilâhare geçmiş dinlerin bir çok hükümleri kaldırılarak son din olan İslâmiyet, bütün insanlığın dinî olmak üzere Allah tarafından şanı yüce son peygamber olan Hz. Muhammed aleyhisselâm vasıtasıyle bütün insanlara tebliğ edilmiştir. Nitekim Kur'ân'ı Kerîm'de"Şüphesiz Allah katında din, İslâm dinidir (Al-i Imran 3/193) buyurulmaktadır.

Binaenaleyh peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed'den itibaren onun tebliğleri doğrultusunda Allah Teâlâya, âhiret gününe diğer dinî esaslara İman eden ve namaz, oruç gibi salih amellerde bulunan insanlar, hangi bir kavme, hangi bir ırka mensup bulunmuş olurlarsa olsunlar artık selâmettedirler, onlar için ahiretle ilgili bir korku, bir hüzün ve keder yoktur. Onlar ilâhî lutfa aday bulunmaktadırlar.

§ Yahudiler vaktiyle Hz. Musa'nın dinine girmiş kimselerdir. Rivayete göre Yakup aleyhisselâmın oğullarından birinin adı "Yahuda" imiş, bilâhare İsrail oğuları bu isme nisbetle Yahudi adını almışlardır. Bunlar bilâhare Hz. Musa'nın dini adına bir takım hurafelere tabi olmuşlar, Hz. Isa gibi Hz. Muhammed aleyhimasselâm gibi büyük peygamberleri inkârda bulunmuşlardır.

S N as ara: Haz ret i İsa'nın ümmetine verilmiş bir isimdir. Bunlar Hz. İsa'ya yardım ettikleri veya "nasıra" denilen kasabada Hz. Isa ile beraber bulundukları için bu ismi almışlardır. Dinlerine "nesraniyyet" (Hiristiyanlık) denilmiştir. Bunlar da bilâhare bir çok mezheplere ayrılmış, Hz. İsa'nın asıl tebliğlerine muhalif itîkatlarda bulunmuşlardır.

§ S ab i e; Hz. Nuh'un veya Hz. İbrahim'in dinî üzerine bulunmuş kimselerdir. Bir görüşe göre bunlar meleklere veya yıldızlara tapan bir guruptur.

Velhasıl: Bütün bu milletler, bu guruplar yanlış ve küfür dolu inançlarını harekelerini bırakır da Cenâb-ı Hakka layık şekilde, şartları dahilinde İman etmiş olurlarsa hidayete ermiş, korkudan, hüzün ve kederden emin bulunmuş olurlar. İşte insanlık için en yüce gaye bundan ibarettir.









63. Hanı bir vakitte misakınızı almış. Turu da üzerinize kaldırmış size verdiğimizi kuvvetle tutunuz, onda olanı zîkreyleyiniz ki, korunmuş olabilesiniz, demiştik.

63. Bu mübarek ayetlerde Beni İsrail'in geçmiş zamanlardaki kötü hareketlerini ve bir mucize olarak Tur dağının üzerlerine kalkıp düşecek bir vazıyet almış olduğunu bununla beraber haklarında ilâhî rahmet eseri olarak bir takım felâketlerden kurtulmuş olduklarını hatırlatıyor. Şöyle ki: Ey İsrail oğulları!.. (Hani bir vakitte) ecdadınızın zamanında Musa aleyhisselâma tabi olup Tevrat ile amel etmeniz için sizden, sizin ecdadınızdan söz ve (misakınızı almış, turu da üzerinize kaldırmış) size bu kudret harikasını göstermiştik. Ve (size verdiğimizi) Tevrat kitabını (kuvvetle tutunuz) tam bir gayret ve kuvvetle tutarak hükümlerine uyunuz. (Onda olanı) onunu bildirdiği hükümleri (zîkreyleyiniz) hatırlayınız ve tefekkür eyleyiniz (ki korunmuş) o sayede hem korunmuş hem de, kendinizi korumuş (olabilesiniz.. demiştik.) Ne yazık ki bir rahmet eseri olan böyle kutsi bir uyarıya riayet edilmemiştir.







64. Sonra o misakın ardından yüz çevirdiniz.. Eğer üzerinize Allah Teâlâ'nın fazi ve rahmeti olmasaydı elbette hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.

64. Ey İsrail oğulları!.. (Sonra) siz İOJ söz ve ımisakın ardından) ona uymadınız, ondan lyüz çevirdiniz.) T anlı; yollar takibine başladınız. (Eğer üzerinize Allah Teâlâ'nın lütuf ve keremi) koruma ve himayesi (olmasa idî e! bette) büsbütün (hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.) Tamamen mahv ve perişan olur giderdiniz. Artık uyanın, kaybedilen şeyleri telâfi etmeye çalışın.

§ Bu Tur hadisesi; bir harikadır, bir mucizedir. Mübarek peygamberlerin ellerindi halkın İman etmeleri için bir nice mucizeler meydana gelmiştir. Bu mucizeleri gördük ten sonra güzel bir tefekkür ve kanaat neticesinde ortaya çıkacak bir İman, sahihtir Zora dayalı bir İman değildir. İşte Tur'un kaldırılması harikası da böyledir. Bunu görenlerin imanı da, zorlamaya dayanan bir İman sayılamaz ki makbul olmamış olsun.

§ Bu Tur'un kaldırılması Allah'ın kudreti karşısında imkânsız görülemez. Üstünde yaşadığımız yer yüzü bir yere dayanmaksızın havada dönüp durmaktadır Üzerimizdeki gök kubbesinde güneş, ay ve yıldız denilen binlerce kürenin fezada dönüp durduğu da fen ve his yoluyla sabittir. O halde Allah'ın kudretiyle bir dağ parçasının yerden ayrılarak bir müddet hava sahasında dönüp durması nasıl imkânsız görülebilir? Böyle bir hâdise, insanlık için bir uyarı vasıtasıdır, bir mucize örneğidir.

§ Bu ayeti kerimedeki "Tur" dan maksat, bilinen Turi sinadır. Bir kavle göre de dağ şeklinde görülen diğer bir hava olayıdır. Araf süresindeki (171) inci ayeti kerimenin izahına da bakınız.









65. And olsun ki, sizler içinizden cumartesi gününde haddi aşanları elbette bilmişsinizdir. Biz de onlara sefil, hakir maymunlar olunuz, demiştik.

65. Bu mübarek ayetler de vaktiyle İsrail oğulları arasında Allah'ın emrine muhalefet edenlerin bu yüzden uğramış oldukları müthiş sonlarını bildirmektedir. Bu acı verici sonucun bir ibret ve nasihat vesilesi olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey İsrail oğulları!.. (Andolsun ki sizler içinizden cumartesi gününde haddi aşanları) kendilerine yasak edilen avlanmaya karşı cür'et gösterip durmuş olanları (elbette bilmişsinizdir.) Bu bir tarihî hakikattir, milletInlzce bilinmektedir. (Biz de onlara) böyle haddi aşanlara (sefil, hakir maymunlar olunuz demiştik.) Onlar da hemen maymun olmuşlardı. İşte ilâhî emre karşı gelmenin cezası. Artık bu gibi korkunç cezalara tutulmamak için Cenâb-ı Hakkın emirlerine karşı gelmekten sizlerin de kaçınmanız lâzım değil midir?









66. Artık bunu o zamandakilere ve ondan sonrakilere bir ibret, korunanlar için de bir nasihat kıldık.

66. (Artık bunu) bu cezayı, yani: Cumartesi gününün haramlığını tanımayan bir gurubun öyle bir cezaya uğrayışını (o zamandakilere) o hadiseyi görenlere (ve ondan sonrakilere) bilâhare vücude gelip bu tarihi hâdiseden haberdar olanlara (bir ibret) kıldık. Bu fevkalâde hâdise, bütün insanlar için bir ibret vesilesidir. Ve bunu (korunanlar için de bir nasihat kıldık.) Bundan asıl istifâde edecek olanlar da gerçekten korunmuş olanlardır.

§ Bilinmektedir ki: Yahudiler vaktiyle cumartesi gününe saygı göstermekle o gün dünya ile ilgili İşlerini bırakıp ibâdet ve itaatte bulunmakla mükellef kılınmışlardı. Alı; verişle, avlanma ile uğraşmaları dini yönden yasak idi. Halbuki bunlardan "İle" kasabası ahalisi bu güne asla riâyet etmiyorlardı. O günde aralıksız balık avlamakla meşgul bulunuyorlardı, İşte bunlara "maymun olunuz" ilâhî emri tecelli etmiş, hepsi de derhal maymun kesilmişti. Bu hadiseyi Yahudiler bilirler. Evet... Bu ceza Allah'ın emrine karşı gelmenin bir cezası idi. Ve bütün insanlık için bir ibret ve uyarı vesilesi idi. Allah'ın kudreti karşısında böyle bir trajedinin meydana gelmesi İmkânsız değildir.

Binaenaleyh tefsircilerin çoğunluğuna göre bu maymunluğa dönüşme işi, hakikaten vaki olmuştur. Bazı zatlara göre ise o kavmin maymun kesilmesi, şeklen değil, ruhen idi. Onlar insaniyet şerefini kaybetmiş ahlâk ve davranış yönünden maymun kesilmişlerdi. Fakat kuvvetli bir delil bulunmadıkça bu gibi dinî metinleri, dış anlamlarına ters düşecek şekilde yorumlamak doğru görülemez.

S ile; Medine-i münevvere ile Turi sina arasındaki bir deniz sahilinde bulunan bir kasabadır.









67. Bir vakitte Musa -aleyhisselâm- kavmine dedi ki: Allah Teâlâ bir sığır boğazlamanızı size muhakkak emrediyor. Dediler ki: Sen bizimle alay mı ediyorsun? -Musa aleyhisselâm da- dedi ki: Ben cahillerden olmaktan Allah Teâlâ'va sığınırım.

67. Bu mübarek ayetler de İsrail Oğullarının ruh hallerini gösteriyor, onların aldıkları dinî emirlere karşı ne kadar tereddütlü ve inatçı olduklarını bildirmektedir. Söyle ki: (Bir vakitte Musa) aleyhisselâm aldığı bir ilâhî vahiy sebebiyle (kavmine) hitaben (dedi ki: Allah Teâlâ bir sığır) hayvanı (boğazlamanızı size muhakkak emrediyor.) Onlar da bu emre hemen uyacakları yerde itiraza başladılar da (dediler ki) Ya Musa! (Sen bizimle alay mı ediyorsun?) Onlar Hz. Musa'ya yalan isnat etmişler, onun Cenâb-ı Hak adına emrettiği bir vazifeyi bir alay sanarak "Sen bizimle alay mı ediyorsun" demişlerdi. Musa aleyhisselâm da kendisini müdafaa etmiş, alayın cahilce bir hareket olup peygamberliğin şanına layık olmadığına işaret için (dedi ki: ben cahillerden olmaktan Allah Teâlâ'ya sığınırım.) Size bu emrettiğim, bir ilâhî vahye dayanmaktadır.











68. Dediler ki: Bizim için rabbine dua et, o sığırın ne olduğunu bize bildirsin. Dedi ki: Cenab'ı Hak buyuruyor. O bir sığırdır ki, ne pek yaşlıdır ne de pek gençtir, iki ortası dinç bir sığırdır. Artık emrolunduğunuz işi yapınız.

68. İsrail oğulları, Hz. Musa'nın bu uyansı üzerine ağız değiştirerek (dediler ki: Bizim için) bizim hakîkatten haberdar olmamız için (rabbine dua et o sığırın ne olduğunu) ne gibi bir vasıf ve tavırda bulunduğunu (bize bildirsin.) Hz. Musa da aldığı bir ilâhî vahye dayanarak (dedî ki Cenab'ı Hak buyuruyor, o bir sığırdır ki ne pek yaşlıdır, ne de pek gençtir. İkisi ortası bir dinç sığırdır.t Binaenaleyh böyle bir sığır bularak boğazlayınız, emrolunan şeyi yerine getiriniz. Fakat yine onlar suallerine devam ettiler.









69. Dediler ki: Bizim için rabbine dua et onun rengi nedir. Bize açıklasın. Dedi ki: Muhakkak o buyuruyor ki: O sarı renkte bir sığırdır. Onun rengi tam sarıdır. Kendisine bakanları sevindirir.

69. Bu mübarek ayetler, bir cinayetin harikulade bir suretle meydana çıkarılması için İsrail oğullarının kendilerine teklif edilen bir husus hakkında tekrar tekrar açıklama isteğinde bulunmuş olduklarını bildirmektedir. Ve bu teklif edilen hususun bir alay için değil, bir hikmet, bir ilâhî emir gereği olduğu kendilerinceanlaşılınca ağız değiştirdiklerini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: İsrail oğulları (dediler ki:) Ya Musa (bizim için rabbine dua et) istirhamda bulun. (Onun) o boğazlayacağımız sığırın (rengi nedir) onun ne renkte olduğunu (bize açıklasın) onu tamamen anlayalım. Hz. Musa da onlara cevaben: (Dedi ki: Muhakkak o) Rabbim (buyuruyor ki: O sarı renkte bir sığırdır.) Onun rengine başka bir renk karışmamıştır. (Onun rengi tam sarıdır.) Öyle ki; O (kendisine bakanları sevindirir.) Memnun eder, neşeler içinde bırakır.







70. Dediler ki: Rabbine dua et bize açıkça bildirsin. Şüphe yok ki o sığır bize karışık geldi. Ve şüphesiz ki Allah Teâlâ dilerse biz elbette hidâyete ermişler oluruz.

70. İsrail oğulları aldıkları bu bilgilerle yetinmediler. (Dediler ki:) Ya Musa (Rabbine dua et bize açıkça bildirsin) o sığırın nasıl olduğunu anlayalım, biri birine benzeyen bir çok sığır hayvanı vardır. (Şüphe yok ki o sığır bize karışık geldi) Bunun açıklığa kavuşturulmasını arzu etmekteyiz. (Ve şüphesiz ki Allah Teâlâ dilerse biz elbette hidâyete ermişler oluruz.) Yani bizler inşaallah bu sığırın nasıl olduğunu tamamen öğrenir, onu keserek Allah'ın emrini yerine getirmiş ve hidâyete ermiş oluruz.

§ İsrail oğullarının böyle "İnşaallah" demeleri İmdatlarına yetişmiş, İstenen sığırı bulup em re dildi ki eri vazîfeyi yerine getirmişlerdir.



Şöyle ki:









71. Dedi ki; O buyuruyor ki: O muhakkak bir sığardır ki zillete uğramamıştır. Ne tarla sürmeğe, ne de ekin sulamada alıştırılmamıştır. Bütün kusurlardan uzaktır. Onda renk karışıklığı yoktur, tam sarıdır. Dediler ki: İşte şimdi hakikati getirdin. Hemen onu -o sığırı bulup- boğazladılar. Halbuki -bunu- yapmağa asla yaklaşmıyorlardı.

71. Musa aleyhisselâm onlara ıDedi ki: O) Yüce Yaratıcı (buyuruyor ki: O muhakkak) öyle (bir sığırdır ki zillete uğramamıştır.) O zelûl = hakarete, meşakkate maruz kalmış değildir. O (ne tarla sürmeğe, ne de ekin sulamağa alıştırılmamıştır.) Onda bir leke yoktur. (Bütün kusurlardan uzaktır.) Böyle müstesna bir hayvandır. (Onda renk karışıklığı yoktur, tam sarıdır.) Bunun üzerine İsrail oğulları tam bilgi sahibi oldular. Ve Hz. Musa'ya hitaben (dediler ki:

İşte şimdi hakikati getirdin.) gerçek olanı emrolunan şeyin tam mahiyetini getirip bize haber verdin ve (hemen onu) o emrolundukları sığırı bulup (boğazladılar) emre uymuş oldular. (Halbuki) bu emroldukları şeyi evvelce (yapmağa asla yaklaşmıyorlardı.) Nihayet bunu yerine getirmeye muvaffak olmuşlardır.

§ Bu mübarek ayetlerde işaret vardır ki bir ilâhî emre hemen yapışmamak, lüzumsuz suallerle açıklama isteğinde bulunmak, sorumluluğu artırır ve bazen hoş olmayan neticelere sebebiyet verir, Eğer İsrail oğulları İlk emre uyarak her hangi bir sığırı = bakarayı kesecek olsalardı başka sorumlulukla karşı karşıya kalmazlardı.

§ Müfessirlerin izahına göre bu sığır = bakara bir çok araştırmalar neticesinde bulunmuş, bir çok bedel karşılığında da ancak temin edilebilmişti. Şöyle ki: Bu sığır, bir yetimin malı imiş, ihtiyar, salih pederi kendisinden sonra oğlu için yaşam vasıtası olmak için bu sığın bir ormana salmış, yarabbi! Bunu oğlum için sana emânet veriyorum, sen bunu muhafaza buyur diye dua etmiş, bu sığır ormanda korunmuş, çocuk da olgunluk çağına ermiş, bunun ardından İsrail oğulları aradıkları vasıfları ancak bu hayvanda bulmuşlar ve bunu o yetimden büyük bir para karşılığında alıp kesmişlerdir.







72. Ve yine hatırlayınız ki: Siz bir şahsı öldürmüştünüz, sonra bunda çekişmeye kalkıştınız. Allah Teâlâ ise sizin gizlediğiniz şeyi -meydana- çıkarıcıdır.

72. Bu mübarek ayetler de İsrail oğullarına bir garîb tarihî olaylarını hatırlatıyor. Allah'ın kudreti ile ne harikaların meydana gelebileceğini bütün insanlığa bildiriyor. Herkesi güzelce ve akıllıca düşünmeğe davet buyuruyor. Şöyle ki: Ey İsrail oğulları!.. (Ve yine hatırlayınız ki) ırkınıza âid tarihî mühim bir olayı da düşünüp ibret alınız ki (bir şahsı öldürmüş idiniz.) Yani sizin ırkınızdan bazı kimseler bir şahsı öldürmüşlerdi. O katiller ise meçhuldü. (Sonra bunda) bu katil hâdisesinde müdafaaya ve (çekişmeye kalkıştınız) Bu cinayeti meydana çıkarmak istemiyordunuz. (Allah Teâlâ ise sizin gizlediğiniz şeyi) meydana (çıkarıcıdır.) Nitekim de çıkarmıştır.

§ Tefsirlerde açıklandığı üzere Beni İsrail zenginlerinden bir şahsın bir oğlu ile iki yeğeni varmış. Bu iki kardeş, amcalarının vefatında malı kendilerine kalsın diye onun o bir tek oğlunu gizlice öldürmüşler. Cesedini de götürüp halkın her gün toplanacakları bir yere atmışlar. Sonra da bir çok yapma şamatalar kopararak katilin bulunup meydana çıkarılmasını istiyorlar, bu yüzden aralarında büyük çekişmeler oluyor. Bir çok araştırmalar yapılıyorsa da katiller bulunamıyor. Nihayet alınan ilâhî bir emir sayesinde katiller anlaşılıyor.

§ iddira: Lügatte; müdafaa, düşmanlık besleme ve çekişme demektir. Bir cinayetin vukuunu bazı kimselerin birbirine isnat etmeleri bir iddira'dır.









73. İmdi dedik ki: Onun -Boğazlayacağınız sığırın- bazı parçasını o öldürülen kişiye vurunuz. İşte Allah Teâlâ ölüleri böyle diriltir ve sizlere ayetlerini gösterir. Gerektir ki akıllıca düşünesiniz.

73. (İmdi dedik ki:) yani yapılan cinayetin meydana çıkarılması için Hz. Musa'ya vah ip yoluyla bildirdik ki (onun» boğazlayacağınız sığırın (bazı parçasını o öldürülen kişiye vurunuz) onlar da vurdular. Öldürülen şahıs Allah'ın kudreti ile yeniden dirildi, kendisini öldürenlerin amcaoğulları olduğunu bildirdi. Bunun ardından yine ruhunu teslim ederek vefat etti. İşte bu, bir kudret delilidir. (İşte Allah Teâlâ) diğer ölüleri de (böyle) kudretiyle (diriltir) hayat sahasına çıkarır. (Ve sizlere ayetlerini gösterir.) Bütün insanlığa vakit vakit böyle kudret ve yüceliğine delâlet ve şahadet eden harikalar! yaratır. Artık ey insanlar! (Gerektir ki, akıllıca düşünesiniz.) Hasn ve neşri, âhiret hayatını inkâra cüret etmeyesiniz. Kanlatın Yaratıcısı bütün bunlara her bakımdan kadirdir, inancımız, tamdır.

§ Bakar ve bakara: Erkek olsun, dişi olsun mutlaka sığır hayvanı demektir. Bunların erkeğine öküz, dişisine de inek denir. Kur'ân'ı Kerîm'de beyan olunan bakara hadisesi bir takım işaretleri, hikmetleri içine almaktadır. Yalnız zikredilen maktulün diriltilerek katillerini haber vermesi için değildir. Belki bundan başka daha nice şeylere işareti kapsamaktadır. Kısaca, bu sığırın boğazlanması evvelâ: İsrail oğullarının ruh hallerini peygamberlerinin emirlerine karşı ne kadar tereddütlü bir şekilde hareket etmiş olduklarını gösterir. İkincisi: Bu muamele, Allah'ın emri üzerine bir kurban kesilmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Üçüncüsü: Allah'a emanet verilen çocuklar ve torunların ilâhî koruma altında olacaklarına bir işareti kapsamaktadır.

Dördüncüsü: ölmüş bir şahsın ilâhî kudrette tekrar hayat bulacağına açıkça bir alâmet ve şehâdeti içine almaktadır. Beşincisi: İnşallah deyip muvaffakiyeti Cenâb-ı Haktan bilenlerin işlerinde muvaffak olacaklarına dâir bir işaret taşımaktadır. Altıncısı: Şahsî ve gayri meşru menfaatleri için başkalarının zararına hareket edenlerin er geç anlaşılıp meydana çıkacaklarına bir delildir.

§ Bakara kıssası, işbu (73) üncü ayeti celileyle tamam olmuştur.











74. Sonra onun ardından kalpleriniz katılaştı. O kalpler taşlar gibidir. Veya katılıkça daha şiddetlidir. Ve şüphesiz taşlardan öylesi vardır ki ondan ırmaklar kaynar. Ve yine şüphe yok taşlardan öylesi vardır ki yarılır, kendisinden su çıkar. Ve yine şüphe yok taşlardan öylesi vardır ki, Allah korkusundan aşağıya düşüverir. Allah Teâlâ ise sizin yaptıklarınızdan asla gafil değildir.

74. Bu ayeti kerime de İsrail oğullarının taşlardan daha katı olan ruhi sertliklerini tasvir ediyor. Ve onlar için bir tehdid mahiyetinde bulunmaktadır. Şöyle ki: Ey İsrail oğulları!.. O maktulün ilâhî kudrette nasıl dirildiğini gördükten (sonra) uyanmalı değil miydiniz? Halbuki (onun) o Allah'ın kudretine şehâdet eden harikayi (ardından kalpleriniz katılaştı.) Daha ziyâde sertleşti. Bu harikadan ibret alıp uyanmadınız. Çünkü (o kalpler taşlar gibidir) kolay kolay ibret alamazlar. (Veya katılıkça daha şiddetlidir.) daha ziyâde katıdır, serttir (Ve şüphe yok taşlardan öylesi vardır ki) yarılır (ondan ırmaklar kaynar.) Nehirler meydana gelir. (Ve yine şüphesiz taşlardan öylesi vardır ki yarılır, kendisinden su çıkar.) Gözeler, sular meydana atılır. (Ve yine şüphe yok taşlardan öylesi vardır ki Allah korkusundan aşağıya düşüverir.) Kainatı Yaratanın emir ve iradesine göre dağların tepelerinden aşağıya iniverir. Sizler ise ilâhî emirleri yerine getirmiyorsunuz. (Allah Teâlâ ise sizin yaptıklarınızdan, asla gafil değildir) Elbette sizi bu hareketinizin cezasına er geç kavuşturacaktır.

§ Bu ayeti kerime, gösteriyor ki bütün kâinat Allah'ın hükmüne tabidir. Bütün cansız varlıklar ve hayvanlar da Allah'ı tanıma şerefine ermişler ve Yüce varlığın iradesine boyun eğmişlerdir. Onların da kendilerine göre ibâdetleri, teşbihleri vardır. Nitekim bir ayeti "O'nu övgü ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur." llsra 17/44) buyurulmuştur. Diğer bir ayeti kerimede de "Allah Teâlâ'ya göklerde ve yerde

bulunanların güneş ile ayın ve diğerlerinin secde ettikleri" zikredilmiştir. Şu kadar var ki bu teşbihlerin, bu ibâdetlerin ne şekilde olduğunu biz bilemeyiz. Biz bunu Allah'ın bilgisine havale ederiz.









75. Artık sizin için onların îman edip inanacaklarını ümit eder m i-sin iz? Onlardan muhakkak bir gurup vardır ki Allah'ın kelâmını işitirler de onu akılları ile anladıktan sonra değiştirmeye kalkışırlar. Halbuki onlar bilirler.

75. Bu ayeti celile; İsrail oğullarının Islâmiyete ve Allah'ın kelâmına karşı olan cüretlerini bildirmektedir. Şöyle ki: Asrı saadetle müslümanlar, bütün insanlığın hakikî bir dine, Islâmiyete kavuşup kurtuluşa ermelerini bir fazilet dininin eseri olarak arzu ederlerdi, kendilerine İslâm dinine girmelerini tavsiyede bulunurlardı. Halbuki Yahudilerden bir çokları inatçı bir şekilde veya münafıkça bir vaziyet alır İslâmiyetî kabule yanaşmazlardı. İşte bu ayeti kerime onların bu halini şöylece beyan buyuruyor:

Ey müminler!.. (Artık sizin için onların) o Yahudilerin (İman edîp inanacaklarını ümit eder misiniz?) onlar ne inatçı kimselerdir. Hattâ (onlardan bir gurup vardır ki) bile bile sapıklıklarında ısrar eder dururlar. (Allah'ın kelâmını işitirler de onu) o kendilerine tebliğ edilen ilâhî sözlerin yüceliğini, gerçekliğini (akıllarıyle anladıktan sonra) yine cüret ederek (değiştirmeye kalkışırlar) Yani Allah Teâlâ'nın kelâmı olan Tevratı işitir, dinlerler, içindekileri anlarlar da sonra onu değiştirmeye çalışırlar. Evet... Onlar Tevrat'ta peygamber efendimizin vasıflarını görüp okurlar da bunu örtbas eder, değiştirmeye cüret gösterirler. Tâki başkaları bunu anlayıp Islâmiyeti kabul etmesinler. (Halbuki onlar) böyle bir cürette bulunanlar, bu kötü hareketlerini (bilerler) buna rağmen yine bundan vaz geçmezler. Artık bunların müslümanları tasdik etmeleri yüceltmeleri nasıl ümit edilebilir?

Diğer bir görüşe göre Yahudilerden 70 kadar kimse Tun sinada Hz. Musa'nın, nail olduğu ilâhî konuşmayı işittikden sonra onun mealine aykırı iddialarda bulunmuşlar, Cenâb-ı Hakkın: Şu vazifeleri dilerseniz yapınız ve dilerseniz terk ediniz" dediğini gerçeğe aykırı olarak iddiaya cüret göstermişlerdi. İşte bu ayeti kerime, buna da işaret etmektedir.











76. Onlar, müminlerle karşılaştıkları zaman biz de îman ettik derler. Ve bunların bazıları diğer bazıları ile tenha kalınca da derler ki: Allah'ın size açtığını o müslümanlara haber verir misiniz, ki onunla rabbiniz katında size karşı delil getirsinler. Sizin buna aklınız ermiyor mu?

76.Bu ayeti kerime müslümanlara karşı münafıkça hareket eden bir kısım Yahudiler ile kendi bilgilerini açıklayan diğer bir kısım Yahudilerin hallerini bildirmektedir. Şöyle ki: (Onlar, mü'minlerle karşılaştıkları zaman) yani: Asrı saadetteki Yahudilerin münafıkları müslümanlar ile görüştükleri vakit (bîz de İman ettik derler.) Yani: Biz de müslümanlığı kabul ettik, siz hak üzeresiniz, peygamberiniz de, gelişi Tevrat'ta müjdelenmiş olan zattır, diye itirafta bulunurlar. (Bunlardan bâzıları dîger bâzıları İle tenha kalınca da) bunlardan Kab ibni Eşref gibi başta gelenleri o münafıklara hitaben (derler ki Allah'ın size açtığını) yani: Hz. Muhammed'in vasıflarına dâir Tevrat'ta haber verdiğini (o müslümanlara haber verirmisiniz ki, onunla rabbiniz katında size karşı delil getirsinler) Sizinle karşılıklı düşmanlıkta bulunsunlar, sizi kendi ifâdelerinizle sustursunlar. Onlara tabi olmadığınızdan dolayı sizi itham eylesinler. (Sizin buna aklınız ermiyor mu?) Bu sözlerinizin aleyhinizde bir delil olacağını neden düşünmüyorsunuz?

§ Diğer bir yoruma göre <& <J _*J-**-> ,'_?' ■?- müslümanlara hitaptır. Bu takdirde buyurulmuş oluyor ki: Ey müslümanlar!.. Onların imana gelmelerini nasıl ümit ediyorsunuz. Onların hallerini, düşmanlıkların! inatçılıklarını bilip düşünemiyor musunuz? Artık öyle bir ümide yer yok.













77. Bilmiyorlar mı ki Allah T e âlâ şüphesiz onların sakladıklarını da, açığa vurduklarını da bilir.

77. Bu ayeti celile münafıkların ne kadar cahilce hareket ettiklerini kötülemektedir. Şöyle ki: O münafıklar ve onları kınamayan kâfirler (bilmiyorlar mı ki Allah Teâlâ şüphesiz onların sakladıklarını da açığa vurduklarını da) tamamen (bilir.) Evet Yüce Allah onların küfürlerim de imanlarını da bilir. Ve Tevrat kitabında onlara bildirilmiş olduğu şeyleri, kısaca peygamberin vasıflarını gizleyip aksini iddia eylediklerini ve kendi kanaatlerini saklamayıp meydana koyduklarını da tamamen bilir. Artık bu çirkin hareketlerinin cezasını görmeyecekler mi sanıyorlar? Heyhat!.. Onlar, sakladıkları hakikatleri Kur'ân-ı Kerîm'in müslümanlara haber vereceğini de düşünmelidirler.

















78. Ve onlardan bâzıları da ü m midirler. Kitabi bilmezdirler. Ancak bir takım batıl şeyleri bilirler. Ve onlar yalnız zanneder dururlar.

78. (Ve onlardan) İsrail oğullarından 'bâzıları da) bir takım şahıslar da vardır ki (ümmidirlert okuyup yazmak bilmezler. (Kitabı) de Tevrat kitabını da (bilmezleri onuniçeriğinden habersizdirler. Onlar (ancak bir takım batıl) faydasız, hayali şeyleri (bilirler.) Hakikatlerden haberleri yoktur. (Ve onlar zanneder dururlar) uydurma ve isteklerine ait şeylerle yetinirler. Artık bu gibi cahilce hallerden kaçınmalı değil midirler?

§ Bu ayeti kerimede Tevrat'ın sonradan bir takım değişikliğe uğradığına işaret vardır.

§ Ümmî; okuyup yazmak bilmeyen bir kimse demektir. Cemi: Ümmiyyundur. Bu, henüz anasından doğmuş, bir şey bilmez bir çocuk gibi sayıldığından "ana" mânasına olan ümme nisbet edilmiştir.











79. İmdi yazıklar olsun o kimselere ki, kitabı elleriyle yazarlar da sonra bununla az bir behâ satın almak için "bu Allah tarafın d an d ir" derler. Artık yazıklar olsun onlara o ellerinin yazmış olduğu şeylerden dolayı. Ve yazıklar olsun onlara o kazanmış oldukları şeylerden dolayı.

79. Bu ayeti celile kendi uydurma yazılarına ilâhî bir kıymet vererek dünyaya ait bir menfaat teminine çalışanları kötülemekte ve onların helake uğrayacaklarını ihtar etmektedir. Şöyle ki: (İmdi yazıklar olsun) yani acıtıcı bir azap veya cehennemdeki bir vadi (o kimselere ki) onlar uydurma (kitabı elleriyle yazarlar da) kendi taraflarından hazırlar, bununla halkı aldatmak isterler de (sonra bununla) bu yazdıkları asılsız şeyler ile (az bir baha satın almak) yani: mukabilinde âdi, geçici bir menfaat temin etmek (için bu) yazılan şey (Allah tarafından) bir semavî kitabtır. (derler.) Bu ne kadar büyük cüret, hakikate muhalefet!.. Artık (Yazıklar olsun onlara) öyle iddiada bulunanlara. (O ellerinin yazmış olduğu şeylerden dolayı.) Bu yüzden ne büyük azaba uğrayacaklardır. (Ve yazıklar olsun onlara o kazanmış oldukları şeylerden dolayı.) Bu yüzden ne büyük zarar ve ziyana uğrayacaklardır. Evet... Vay bu gibi cahilce hareket edenlerin ve gayri meşru menfaatler peşinde koşanların hallerine.

§ Eski kavimlerden bazıları özellikle Yahudiler, kendi kuruntularına göre bazı şeyler yazmışlar, bunlara bir ilâhî kitab süsü vermek istemişlerdir. Kısacası Tevrat'ta peygamberimizin vasıflarını ve recm ayetini değiştirmişlerdir. Maksatlarını kabul ettirmek için bu yazdıkları şeylerin Allah katından gönderildiğini iddiada bulunmuşlardır. Böyle bir hareket ise Cenab'ı Hakka karşı bir iftiradır. Böyle hakikate, diyanete muhalif, yazıları vasıtasiyle elde edecekleri kazançları ise ne kadar maddi yönden çok olsa da haddizatında onların hiç bir kıymeti yoktur, bilâkis felâketlerine sebeptir. Çünkü o cüretlerinden dolayı ebedî saadetten, ahirete dair mükafatlardan ebediyyen mahrum ve azaba uğramış olacaklardır. Artık insan böyle bir alçaklığa, cinayete nasıl cüret edebilir!.. İşte bu ayeti kerime onların helake, azaba ebediyyen yakalanmış olacaklarını hatırlatıp durmaktadır. Yazıklar olsun o gibi cahilce cüretlere devam edenlere.











80. Ve dediler ki: Bizlere bir kaç sayılı günden başka cehennem ateşi temas etmeyecektir. De ki: Siz Allah'ın huzurunda bir ahid mi aldınız? Elbet de Allah Teâlâ dönmez. Yoksa bilmeyeceğiniz bir şeyi Cenab'ı Hakka isnad edip söylüyor musunuz?

80. Bu mübarek ayetler; İsrail oğullarının gerçeğe aykırı iddialarını reddetmektedir. Küfür içinde ölüp gidenlerin, ebediyyen azap göreceklerini hatırlatmaktadır, İmân ve iyi hal ile vasıflanan zatlarında ebediyyen cennetlerde kalacaklarını müjdelemektedir. Şöyle ki: İsrail oğullarına İslâmiyeti kabul etmeleri, aksi takdirde ebediyyen azap görecekleri hatırlatılınca bunu inkâr ettiler. (Ve dediler ki: bizlere bir kaç sayılı günden başka cehennem ateşi temas etmeyecektir.) Bizim cehennemde kalacağımız nihayet bir kaç günle sınırlı bulunacaktır. Cenâb-ı Hak ise onları yalanlamak için buyuruyor ki: Rasûlumü onlara (de ki: siz Allah'ın huzurunda) katında









(bir ahid mi aldınız?) bir söz mü aldınız? (elbette Allah Teâlâ ahdinden dönmez.) Buna inandık!.. Fakat böyle bir akid neyle sabit. (Yoksa bilmeyeceğiniz bir şeyi Cenâb-ı Hakka isnad edip söylüyor musunuz?) Buna nasıl cesaret edilebilir?

§ İsrail oğulları kendilerini müdafaa için temelsiz bir iddiaya kalkışmışlardır, şöyle ki: Vaktiyle İçlerinden bazıları 40 gün buzağıya tapmış oldukları için cehennemde nihayet 40 gün kalacaklarını söylemişlerdir. Diğer bir kanaatlerine göre de dünyanın 7000 sene ömrü olduğundan her bin sene için bir gün cehenneme gireceklerini, bu cihetle cehennemde nihayet 7 gün kalacaklarını iddia etmişlerdir. İşte bunların bu pek yanlış ve boş iddialarını Cenâb-ı Hak bu ayeti celilesi ile reddedip çürütmektedir.







81. Hayır, her kim bir yaramazlık işler, günahı da kendisini kuşatırsa işte onlar ateş halkıdır. Onlar o ateşde ebedî kalacak kimselerdir.

81. (Hayır) öyle değil (her kim bir yaramazlık işler) bir günahı yapar durur (günahı da kendisini kuşatırsa) yaptığı o günah kendisini her taraftan sararsa (İşte onlar ateş halkıdırlar.) Ebediyyen cehennem ehlidirler. (Onlar o ateşte) cehennem içinde (ebedî kalacak kimselerdir) oradan asla çıkamayacaklar. Devamlı şekilde azap görüp duracaklardır. Artık onların öyle geçici olarak cehennemde kalacaklarına ait iddiaları asılsızdır. Kendilerinin uydurmasıdır. Böyle bir vaziyet, böyle cehennemde ebedî kalmak küfür ehline mahsustur. Çünkü bir şahsı her yönden kuşatan, ruhuna ve vicdanına musallat bulunan günah, küfürden başka değildir.

82. îman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise işte onlar cennet ashabıdır. Onlar cennette ebedî kalacaklardır.

82. Kur'ânı i erimde hoş ve mükemmel bir üslûp vardır. Bir azap ayeti zikredildi mi onun ardından bir sevap, bir lûtf ve inayet ayeti de zikredilir. Bu şekilde Cenâb-ı Hakkın şiddetli azap edici olduğu gibi esirgeyici ve merhametli olduğu da açıklanmış olur. İşte bu 82 inci âyeti kerime de bu kabildendir. Bunda buyurulmuş oluyor ki: (İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise) yani: İman edilmesi dinen icab eden şeyleri kalben tasdik ve lisânen ikrar eyleyen ve üzerlerine düşen güzel güzel amelleri, vazîfeleri ifaya çalışan zatlar yok mu (İşte onlar ashabı cennettir.) Cennet onlara mahsustur. (Onlar cennette devamlı kalacaklardır) Cennette ebedî olarak kalacaklardır. Ne büyük müjde.

Evet... Allah Teâlâ hem azabı şiddetli olan, hem de acıyan ve merhamet edendir. Bu kutsî sıfatları elbette tecellî edip duracaktır. Onun gösterdiği yolu takip edenler onun sonsuz rahmetine kavuşacaklardır. Onun gösterdiği binlerce delillere ve kanıtlara rağmen onu inkâr ederek veya ona ortak koşarak sapıklık içinde kalmış olanlarda, ebedî bir azaba tutulacaklardır. Hak Teâlâ'nın bütün açıklamaları gerçeğin ta kendisidir. Artık insanlık ona göre hayatını tanzim etmelidir.









83. Ve biz bir vakit İsrail oğullarının misâkını almıştık ki siz Allah'tan başkasına ibâdet etmezsiniz, ananıza babanıza da ihsan -da bulunursunuz- Akrabalara, yetimlere, yoksullara da -ihsan edersiniz- Ve insanlara güzel söz söyleyin. Ve namazı doğruca kılın, zekatı da verin. Sonra siz, içinizden pek az müstesna olmak üzere yüz çevirdiniz ve siz halâ yüz çeviren kimselersiniz.

: 3. Bu ayeti kerime İsrail oğullarının vaktiyle mükellef olup, üstlenmiş oldukları dinî hükümlere, vazîfelere ne kadar muhalefette bulunmuş olduklarını bildirmektedir. Şöyle ki Hak Teâlâ hazretleri buyuruyor ki (ve biz) yani ben şanı Yüce Yaratıcı (bir vakit) Musa aleyhisselâm zamanında Tevrat vasıtasıyla (İsrail oğullarının misâkını) sözünü, teminatını (almıştık ki siz Allah'tan başkasına ibâdet etmezsiniz.) Yani yalnız ona ibâdette bulunun, başkasına ibâdet etmeyin. Ondan başka ibâdet edilecek yoktur. (Ananıza, babanıza da ihsan) da bulunursunuz. Yani bunlara da iyilik edin. (Akrabalara) hısımlardan olana da (yetimlere, yoksullara da) iyilikte bulunun. (Ve insanlara güzel söz söyleyin.) Yani halk ile güzelce konuşun, bir birinize iyiliği tavsiye ediniz, hayra yo ne İtici öğütler veriniz. Ve sorumlu olduğunuz (namazı doğruca kılın.) Rükün ve şartlarına uyarak kılın. Ve üzerinize düşen (zekatı da verin.) Ne yazık ki bu emirlere uyulmadı. (Sonra siz, içinizden pek azı müstesna olmak üzere yüz çevirdiniz.) Söz ve yemine uymadınız, sizden Abdullah ibni Selâm gibi az bir zümre müstesna olmak üzere hepiniz de sözünüzde durmadınız. İşte sizin tarihî hayatınız böyle geçmiştir. 'Ve) mamafih (siz halâ yüz çeviren kimselersiniz.) Evet... Siz halâ haktan dönen bir kavimsiniz.

§ Bu ayeti kerime, semavî kitapların ne kadar faydalı, insanlığı yükseltmeye sevkedici hükümler taşıdıklarını göstermektedir. İşte Tevrat'ta da insanlara şu ahlâkî, sosyal, dinî hükümler, vazifeler emir ve tavsiyeler buyrulmuştur:

1) Yalnız Allah Teâlâya ibâdet edilmesi. Evet... Bütün kâinatın yaratıcısı, ibâdet edileni birdir. Bütün kudret izleri buna şahittir. Binaenaleyh Allah Teâlâ'dan başkasını ilâh tanıyıp ona ibâdette bulunmak en büyük bir sapıklıktır. Artık böyle cahilce bir hareketten sakınılması emrolunmuştur.

2) Anaya, babaya ihsan edilmesi: Ana, baba insanın hayatına vesiledir. Onlar varlıklarına sebep oldukları çocukları hakkında ne kadar şefkatli, ne kadar fedakârdırlar. Artık onların kadrini bilmek, kendilerine hizmette ve yardımda bulunmak, onların meşru emirlerine riayet eylemek mühim ve insanî bir vazife değil midir? İşte ilâhî dinler insanları bu vazife ile mükellef tutmuştur.

3) Yakınlara iyilikte bulunmak: Evet... Akraba, ana ve baba tarafından olan hısımlar, adeta bir aile teşkil etmiş olurlar, aralarında mühim bir münâsebet, bir sosyal alâka vardır. Artık bunlar ile güzelce görüşüp konuşmak, kendilerine iyilikte bulunmak mühim bir vazîfe değil midir? İşte ilâhî dinler bu hususa uyulmasını da emretmektedir.

4) Yetimlere yardım edilmesi: Vaktiyle babasını kaybetmiş, onun şefkatli bakışlarından, yardımlarından mahrum kalmış bir çocuğu düşünelim. Bunun bu vaziyeti, şefkatli bakışı ve merhameti celbedecek bir halde değil midir? Artık bunlara da uygun şekilde yardımda ve güzel mumelede bulunmak ne kadar insanî bir görevidir. İşte mukaddes dinler bu hususa da uyulmasını İnsanlara emretmiş bulunmaktadır.

5) Miskinlere, yani: geçimlerini temin edecek kuvvete ve hiç bir mala malik bulunmayan yoksul kimselere yardım edilmesi: Malumdur ki her yerde, her zamanda bir takım aciz, perişan insanlar bulunur ki, kendi geçimlerini temin edecek birşeye sahip bulunmazlar. Artık bunlara hali, vakti yerinde olan hemcinslerinin yardım

etmeleri lâzım değil midir? İşte ilâhî dinler insanlara bu hayırlı yardımı da tavsiye buyurmaktadır.

6ı Bütün insanlar ile güzelce konuşulması: Malumdur ki insanlar cins olarak aynıdırlar, bir Yüce Yaratıcısının kullarıdır, aralarında sosyal bağlar vardır. Artık biri biriyle güzelce, nazikâne konuşmaları ve aralarında bir dayanışmanın, bir iyilik severliğin cereyanı gerekmez mi? Hakiki İnsaniyet ve medeniyet bu suretle ortaya çıkar. İşte semavi dinler insanlara bu mühim, bu karşılıklı vazîfeyi de yüklemiştir.

7) Kerem sahibi Rabbimize kulluk arzında bulunulması: Şüphe yok ki bizler bir Yüce Yaratıcının kullarıyız. Bizler daima onun nimetlerine nail bulunuyoruz. Artık daima o Yüce Yaratıcımızın lütuf ve ihsanını düşünmeli, ona vakit vakit kulluk arzında ve şükranda bulunmalı değil miyiz? Bizler birer uyanık ruha ve nurlu kalbe sahip olmalı değil miyiz? İşte mükellef olduğunuz namazlar ve dualar bizlere bu yüce fâideleri temin etmektedir. Binaenaleyh doğru, hikmetli ve esasen aynı olan ilâhî dinler insanlığa bu yüksek farizeyi de yüklemiştir.

8) Fakir dindaşlara zekât adıyla yardım edilmesi: Malumdur ki aralarında din bağı bulunan insanlar din kardeşidirler. Bir hikmet gereği olarak bu insanlar, geçim itibariyle aynı durumda bulunamazlar. Bunlardan bir kısmı servete ve refaha ulaşmış olduğu halde diğer bir kısmı da maddi yönden bir ihtiyaç içinde bulunabilir. İşte birinci zümrenin bu ikinci yoksul zümreye maddi bakımdan yardım etmesi pek uygun olmaz mı? İşte ilâhî dinler zekât vazifesiyle bu insanî davranışı da temin etmiş bulunmaktadır. Artık ilâhî dinlerin ve özellikle dinlerin sonuncusu olan ve hükmü bütün insanlığa yönelik bulunan ve bütün bu yüksek vazifeleri en mükemmel bir şekilde bütün insanlık alemine teklif buyuran mukaddes İslâm dininin yüceliğini İtiraf etmek emirlerini, yasaklarını tam bir şevk ve hürmetle kabul etmek bütün insanlara lâzım gelmez mi? Ne yazık ki bir çok kütleler bu hakikatten gafil bulunuyorlar. Bu gibi faydalı, yüce hükümlere uymaktan kaçınıyorlar. İşte İsrail oğulları hakkında yapmış olduğumuz Kur'ânî açıklamalar da buna şahittir. Cenab'ı Hak cümlemize uyanıklıklar nasip buyursun amin!..









84. Ve bir vakitte biz: Kendi kanlarınızı dökmeyeceksiniz ve nefislerinizi yurdunuzdan çıkarmayacaksınız diye bir ahdinizi almıştık. Sonra ikrarda etmiştiniz. Ve siz -bu ikrarınıza- şahadet de edersiniz.

84. Bu ayeti kerime İsrail oğullarının kabul etmiş ve itirafta bulunmuş oldukları bir söz ve yemini beyan etmektedir. Bu söz ve yeminin hem Musa aleyhisselâm

zamanındaki bir söz ve yemine, hem de Hz. Peygamber zamanındaki bir kısım Yahudilerin arap kabileleri ile yapmış oldukları anılaşmayı içine alır. Buyrulmuş oluyor ki: (Ve) ey İsrail oğulları! (bir vakitte biz, kendi kanlarınızı dökmeyeceksiniz) birbirinizi öldürmek suretiyle hayatınıza tecavüz etmeyeceksiniz, (ve nefislerinizi yurdunuzdan çıkarmayacaksınız) bir kısmınız, diğer bir kısmınızı vatanından çıkarıp dışarı atmayacaksınız (diye bir ahdinizi almıştık) sizden bu hususlara dair kesin söz almıştık. (Sonra) siz (ikrar da etmiştiniz) yani: Bu ahdin hak olduğunu söyleyerek kabul de eylediniz. (Ve siz) bu ikrarınıza (şahadet de edersiniz) Böyle bir söz ve ikrarı itiraf edersiniz. Artık bu söze uymalı değil miydiniz?.. Halbuki buna uymadınız.

S işbu: 83. ve 84. âyetler Beni İsrail hakkındaki "Evamiri aşereyi = On emri" kapsamaktadır. Bunların sekizi 83. âyeti celilenin izahında görülmektedir. Dokuzuncusu da haksız yere adam öldürme ve intihardır. Onuncusu da bir kimseyi haksız yere vatanından çıkarmak, sürgün etmektir ki işbu 84. âyeti kerime de bunları tesbit buyurmuştur.

Velhasıl bu âyeti celilede suna da İşaret vardır ki: Bir milletin fertleri bir birlik teşkil ederler, her birinin kanı, nefsi, vatanı diğerinin de kanı, nefsi ve vatanı mesabesindedir. Bunlardan birinin haksız yere kanını döken, sahsım vatanından uzaklaştıran sanki kendi kanını dökmüş, kendi sahsım yurdundan uzaklaştırmış gibi olur. Artık insanlar böyle bir hale teşebbüs etmemelidirler. Halbuki İsrail Oğulları bilahara böyle bir harekette bulunmuşlardır. İste 85. âyeti çelil bunu göstermektedir.







85. Sonra siz o kimselersiniz ki, kendilerinizi öldürürsünüz ve sizden olan bir fırkayı da yurtlarınızdan çıkarırsınız. Ve onların aleyhine günah ile, düşmanlıkla yardımlaşıyorsunuz. Ve onlar size esir olarak gelince de onlar ile fidyelesmekte bulunuyorsunuz. Halbuki onların öyle yurtlarından çıkarılması sizin üzerinize haram bulunmuştur. Artık siz kitabın bir kısmına inanır da bir ki simini inkâr mı eyliyorsunuz? İmdi sizden böyle bir fiilde bulunanların cezası, bu dünya hayatında zilletten başka değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine sevkolunacaklardır. Allah Teâlâ da sizin yaptıklarınızdan gafîl değildir asla.

85. Bu âyeti celile, asrı saaddetteki bir kısım yahudi zümrelerinin birbirine düşman kesilmiş, Tevrat'ın da hükümlerine muhalefette bulunup durmuş olduklarını beyan ile bu hareketlerini vermektedir. Şöyle ki: Ey İsrail Oğulları! (Sonra siz o kimselersiniz ki kendinizi öldürürsünüz) birbirinizin hayatına kast edersiniz. (Ve sizden olan bir fırkayı da yurtlarından çıkarırsınız) kendi milletinizden bulundukları halde onları vatanlarından uzaklaştırırsınız. (Ve onların aleyhine günah ile, düşmanlıkta yardımlaşıyorsunuz.) O fırkanın aleyhine olarak müttefiki bulunduğunuz kabilelerin fertleri ile bir diğerinize yardımda bulunuyorsunuz. Zalimce hareketlere devam ediyorsunuz. (Ve onlar) o sizin ırkdaşınız olan fırkanın fertleri (Size esir olarak gelince de onlar ile fidyelesmekte bulunuyorsunuz.) Onların fidyelerini verip kendilerini esaretten kurtarmak istiyorsunuz. Diğer bir görüşe göre: Onlardan fidye alıyorsunuz, haklarında esir muamelesi yapıyorsunuz. (Halbuki onların öyle yurtlarından çıkarılması) Tevrat'ın hükümlerine göre (sizin üzerinize haram bulunmuştur.) Buna neden uymuyorsunuz? (Artık siz kitabın bir kısmına inanır da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?) Halbuki İman edilecek şeylerin bir kısmını kabul, diğer bir kısmını inkâr etmek, imana aykırıdır ve küfrü gerektirmektedir. (İmdi sizden böyle bir fiilde bulunanların cezası) pek büyüktür. (Bu dünya hayatında zilletten başka değildir.) Onlar daima zelilce yaşayacaklardır. (Kıyamet gününde ise onlar azabın) cehennem ateşinin (en şiddetlisine sevk olunacaklardır.) Ne ebedî felâket!.. (Allah Teâlâ da sizin yaptıklarınızdan) hâşâ (gafîl) habersiz (değildir.) Hepsini tamamen bilmektedir. Buna inancımız tamdır. Artık istikbalinizi düşünün!..

§ Tarihen sabittir ki: Peygamberimizin yaşadığı dönemdeki Yahudilerden Medinei Münevvere civarında bulunan "Beni Kaynuka"' ile "Beni Kureyza" kabileleri biri birinin düşmanı kesilmişti. Bunlardan Beni Kaynuka' araplardan "Evs" kabilesiyle, Beni Kureyza' da araplardan "Beni Nadir" ve "Hazrec" kabileleriyle ittifak kurmuşlardı. Eve ve Hazrec kabileleri arasında ise İslâmiyetten evvel bir düşmanlık devam edip duruyordu. Bu suretle bu Yahudiler de diğer tarafta olan Yahudiler ile düşman kesilmiş, vakit vakit çarpışıp duruyorlardı. Sonra da Yahudilerden esir düşenlerin fidyelerini vererek onları esaretten kurtarmak isterlerdi. Ne için bunlar ile hem savaşta bulunuyorsunuz, hem de bunlardan esir düşenleri fidyelerini vererek esaretten kurtarmak istiyorsunuz? Denilince de: "Tevrata böyle emrolunmuştur, ona binaen o dindaşlarımızı esaretten kurtarmak istiyoruz" derlerdi. Halbuki onların kendi dindaşlarına karşı savaşta bulunmaları, onları yurtlarından uzaklaştırmaları men edilmişti. Binaenaleyh Tevrat'ın bâzı emirlerini tutuyorlar, bâzı emirlerini de tutmuyor, inkâr etmiş bulunuyorlardı. İşte onların bu hallerini Kur'ân'ı Kerîm böylece haber veriyor. Ne kadar dalalette kalmış olduklarına işaret buyuruyor.









86. İşte onlar öyle bir güruhtur ki, âhiret karşılığında dünya hayatını satın almışlardır. Binaenaleyh onlardan azap hafiflendirilmeyecektir. Ve onlar yardımda olunmayacaklardır.

86. Bu âyeti çelik İsrail Oğullarının ne kadar dünyaya bağlı ve ebedî azabla karşı karşıya olduklarını göstermektedir. Şöyle ki: (İşte onlar) o ilâhî hükümlere muhalefet edip duran İsrail Oğulları (öyle bir güruhtur ki) öyle geçici menfaatlere düşkün, yalnız dünyayı düşünmekle meşgul bir cemaattır ki (âhiret karşılığında) yâni ebedî hayat ve saadet mukabilinde, bunları feda ederek (dünya hayatını satın almışlardır.) Kendi elleriyle kendilerini ebedî azaba düşürmüşlerdir. (Binaenaleyh onlardan azap hafiflendirilmeyecektir.) Onlardan değiş-tokuş yüzünden ebediyen uğrayacakları azaplar asla azaltılmayacaktır. (Ve onlar yardımda olunmayacaklardır.) Onların haklarında bir şefaatçi, bir yardımcı bulunmayacaktır. Artık bu aMbeti düşünmelidirler.

5 Malûm olduğu üzere dünya, en yakın ve en aşağı manasınadır, içinde yaşadığımız bu fâni âleme verilmiş bir isimdir. Ahiret ise dünya hayatından sonra yüz gösterecek olan ebedî bir âlemdir ki, İman sahipleri orada bir ebedî saadet içinde yaşayacaklardır. İmandan mahrum olanlar da orada ilel ebed azab görüp duracaklardır. Artık aklı başında olan bir insan o âhiret hayatına kıymet vermez de bu dünya hayatına hırslı bir şekilde sarılabilir mi?.. Her gün bu fâni dünya hayatına veda edip gidenleri acaba görüyor muyuz? Bahtiyar ve hakikaten akıllı o kimsedir ki dünya hayatından da meşru şekilde istifade eder, bu hayat sayesinde dünyasını da, âhiretini de makbul, makul ve mesuliyetten uzak bir şekilde kazanmaya muvaffak olur.







87. And olsun ki muhakkak biz Musa'ya kitap verdik, ondan sonra da biri biri ardınca peygamberler gönderdik. Meryem'in oğulu İsa'ya da mucizeler verdik. Ve onu ruhulkuds ile destekledik. Sizler ise her ne vakit nefislerinizin hoşlanmadığı bir emir ile peygamber gelince büyüklük taslayarak bir kısmını yalanlayıp, bir kısmını da öldürecek misiniz?

87. Bu âyeti celile de İsrail Oğullarının vaktiyle kendilerini aydınlatacak ve irşad edecek peygamberlere, kitaplara ve diğer delillere karşı ne fecî vaziyetler almış olduklarım bildirmektedir. Şöyle ki: Ey İsrail Oğulları! (And olsun ki, muhakkak biz) ben şanı Yüce Rab (Musa'ya kitap verdik) ona Tevrat'ı Şerifi birden indirdik. (Ondan sonra da biri biri ardınca peygamberler gönderdik.) Bu zatların vasıtalariyle dinî, dünyevî hükümler sizlere ulaştırılmış oldu. Kısacası (Meryem'in oğlu İsa'ya da mucizeler verdik.) Ona açık deliller, açık mucizeler, ölüleri diriltmek gibi, gaybdan haber vermek gibi harikalar veya incil gibi bir kitap ihsan ettik. (Ve onu) Hz. İsa'yı (ruhulkuds ile) yani Cibrili Emin ile veya Allah Teâlâ'nın ismi azamı ile veya incil Kitabı ile (destekledik) onun yüce bir peygamber olduğunu gösterdik. (Sizler ise) o mübarek zat d an da istifadeye çalışmadınız, bilâkis onu inkâra cüret ettiniz. Artık sizlere (her ne vakit nefislerinizin hoşlanmadığı) gönüllerinizin istek ve arzularına zıt düşen (bir emr ile) bir dinî hükm ile (peygamber gelince) siz (büyüklük taslayarak) kibirli ve gururlu bir vaziyet alarak o muhterem zatların (bir kısmını yalanlamış olacak, bir kısmını da öldürecek misiniz?) Nefisleriniz sizi daima böyle cinayetlere mi sevkedecek? Bu ne alçakça hareket!.. Nitekim onlar Hz. Isa ile son peygamber Hz. Muhammed'i yalanlamaktadırlar. Hz. Zekeriya ile Hz. Yahya'yı da şehit etmişlerdir. Kendilerinde merhamet ve Hakka saygı eseri asla görülmemiştir.







88. Ve dediler ki: Bizim kalblerimiz perdelidir. Öyle değil. Allah Teâlâ onlara küfürleri sebebiyle lanet etmiştir. Onun içindir ki az pek az îman ederler.

88. Bu mübarek âyetler de bir takım Yahudilerin son peygamber Hz. Muhammed'e karşı olan inkarcı durumlarını bildirmektedir. Şöyle ki: Rasûlü Ekrem Efendimiz, kendi zamanında bulunan yahudi kabilelerini Islâmiyete davet edip onların yanlış inançlarını açığa vurdukça onlar buna karşı alaycı bir tavır aldılar. (Ve dediler ki, bizim kalblerimiz perdelidir) biz senin bu açıklamalarını Kur'ân'ın emirlerini, yasaklarını İşitip kabul edecek bir durumda değiliz. Bizim yüreklerimiz kaşarlıdır. Halubik (öyle değil) onar mükellef insanlar oldukları için tabiatları İtibariyle o gibi emirleri, yasakları işidip anlayabilecek bir yaradılışta bulunmuşlardır. Öyle olmasaydı zaten mükellef olmazlardı. Nitekim akıl hastaları mükellef değildir. Fakat onların bu alayımsı sözlerini söyleyip Hakkı kabulden kaçınmaları sebebiyle Cenab'ı Hak onları rahmetinden uzaklaştırmıştır. Evet... (Allah Teâlâ onlara küfürleri sebebiyle lanet etmiştir.) Onları öyle yüksek bir yetenekten yoksun bırakmıştır. 'Onun içindir li» onlar (az pek az İman ederler.) Bazı şeyleri tasdik etseler de birçoğunu inkârda bulunurlar.







89. Vaktaki onlara Allah tarafından yanlarındakini tasdik edici bir kitap geldi, halbuki evvelce kâfirlere karşı fetih ve yardım isterlerdi. Fakat o bildikleri şey kendilerine gelince onu inkâr ettiler. Artık Allah'ın laneti kâfirler üzerinedir.

89. (Vaktaki onlara) o yahudîlere (Allah tarafından yanlarındakini) Tevrat Kitabını (tasdik eden bir kitap geldi) yani Kur'ân'ı Kerîm nazil olarak hepsini İman daireyisine davet etti, onu inkâra kalkıştılar. (Halbuki evvelce kâfirlere karşı) öyle gelecek ilâhî bir kitap ile, Kur'ân'ı Kerîm ile veya gönderilecek âhirzaman peygamberi ile (fetih ve yardım isterlerdi.) O sayede hürriyete kavuşup, başka milletlere galip geleceklerini beklerlerdi. (Fakat o bildikleri) İnsanlık âlemine ergeç şeref vereceğine inandıkları (şey) o yüce nebi veya o kitabı kerim (kendilerine gelince) kendilerini İslâm dinîne davet edince (onu inkâr ettiler.) Sırf hasetlerinden ve makamlarını kaybedecekleri endişesinden dolayı o yüce peygamberi ve ona inen kitabı kerimi İnkâra cüret gösterdiler. (Artık Allah'ın laneti) bütün (kâfirler üzerinedir.) Artık o münkirler de bu lanetten kendilerini kurtaramayacaklarını düşünsünler.









90. Nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötü bir şey!.. O şey. Allah'ın lütfuyla kullarından dilediği zata indirmiş olmasına haset ederek Allah Teâlâ'nın indirdiğini inkâr etmeleridir. Artık gazaptan gazaba uğradılar. Kâfirler için bir alçaltıcı azap da vardır.

90. Bu âyeti celile de İsrail Oğullarının ne kadar inkarcı ve inatçı hareketlerde bulunmuş, ne derecelerde azabı hak etmiş olduklarını bildirmektedir. Şöyle ki: O İsrail Oğullarının (nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötü bir şey) Onlar dünya hayatı için ebedî hayatlarını feda ettiler de farkında değillerdir. Evet... (O şey Allah'ın lütfuyla) lütuf ve keremiyle (kullarından dilediği zata) Son peygamber Hz. Muhammed'e vahiy yoluyla kitap (İndirmiş olmasına haset ederek Allah Teâlâ'nın indirdiğini) Kur'ân-ı Kerîm'i, o ilâhî vahyi (inkâr etmeleridir.) İşte bu inkâr, ne kötü, ne felâket getiren bir şeydir. Bu sırf bir küfürdür. Evet... Onlar (artık) bu sebeple (gazaptan gazaba uğradılar.) Bu küfrün bir cezasıdır. Böyle (kâfirler için) şüphe yok ki bir (alçaltıcı) aşağılayıcı küçük düşürücü ve alçaltıcı (bir azap ta vardır.) Onlar dünyada da, ahirette de felâketten felâkete uğrayacaklardır. Evet... Tarihen de sabittir ki: İsrail Oğulları, hem Tevrat'a İman ettiklerini iddia ederler, hem de Tevrat'ta vasıfları bildirilmiş olan âhir zaman peygamberini inkârda bulunurlar. Onlar vaktiyle firavunun ve diğer kavimlerin bir çok hakaretlerine uğramış, nîmetleri, vatanları, devletleri ellerinden çıkmıştı. Bunlar onların haklarında birer ilâhî gazab eseri idi. Sonra da âhir zaman peygamberini ve ona nazil olan Kur'ân'ı Kerim'i inkâr etmekle gazap üstüne gazaba layık olmuşlardır. Ne yazık ki onlar bu hasetlerinde, inkârlarında devam edip durmaktadırlar.

  Alıntı ile Cevapla